Ofise giden yol İşe gitmek için arabayla yola çıktım bu sabah. Gökyüzü çok etkileyiciydi. Bir yandan arabayı kullanıyor bir yandan gökyüzünü izliyordum. Yol bomboştu. Yavaşladım. ‘Bu sabah strese sokmayacaksın kendini’ dedim kendime. Güneşin doğduğu yöne doğru ilerliyordum. İşyerine yaklaştığımda iki seçenek vardı. Sağa dönüp işe gitmek, Sola dönüp güneşin doğuşunu izlemek. Direksiyonu sola kırdım. Nehrin kenarına çektim arabayı. “Günaydın” dedi nehir bana. Onu ilk kez böyle görüyordum. Sonra gökyüzüne yöneldim. Güneş de “günaydın” dedi bana. Bulutlar da.. Ağaçlar da.. İçim ısındı. Oysa hava çok soğuktu. Üşüdüğümü hissetim. Pek çok kez ihmal ettiğim bedenim ‘Ben de burdayım’ diyordu. Dünya üzerindeki varlığımı hissettim bir kez daha. Ruhum aldığım nefesle canlandı. Çok vaktim yoktu. Ofise geçmeliydim. Hüzünle ayrıldım yanlarından. Yolda kendimi sorguladım. “Hayat bu mu?” Sabah kalk, çocukları okula gönder, işe git, çocukları okuldan al, yemek yap, evi temizle, çamaşır yıka, film izle, sosyal medyada gez, birşeyler oku ama edindiğini bilgiyi başkasıyla paylaşma. İnsanlardan uzaklaş, hayvanlardan uzaklaş, topraktan uzaklaş. Daha fazla para için daha fazla çalış. Hedefine ulaşmak için sağlığını gözden çıkart. Kalırsa vaktin doğaya at kendini. Yoksa ertele. Tekrar ertele, tekrar ertele. Dünya yüzümüze gülüyor her an. Peki biz neden somurtuyoruz? Hayatımızdan gelip geçen şeylerin bizi üzmesine neden izin veriyoruz? “Yol ver gitsin” dedim kendime. Çevrendeki negatif enerji pozitif enerjini mi tüketti? Direksiyonu kır sola. Güneş her sabah aynı noktada seni bekliyor! Nehir seni bekliyor! Ağaçlar, böcekler seni.. “Eyvallah!” dedim girdim ofise.