Çocuklara bir gülücük hediye et 13 Kasım Dünya İyilik/Nezaket Günü. Yani World Kindness Day. Uluslararası kutlanan World Kindness Day, insanları birbirine daha nazik ve yardımsever olmaya davet ediyor. World Kindness Day Almanya’da Halloween kadar popüler bir gün olmasa da, haber siteleri bu günü gündem ediyor, insanları birbirine karşı daha duyarlı olmaya teşvik ediyor ve o gün yapılabilecek bazı fikirler paylaşıyorlar. Neler var bu fikirlerin arasında? Komşular için kek veya yemek yapmak, arkadaşınla buluşmak ve onu dinlemek, çevrenden bir kişiye yardım etmek, yaşlı bir komşunun evinin önünü süpürmek, iş arkadaşlarına ufak hediyeler hazırlamak, alışverişini yapamayan bir kişiye alışveriş teklifinde bulunmak gibi fikirler.. Devamını diğer sitelerde bulabilirsiniz. Bizim çocuklar okullu oldu. Önceden anaokulunda yaptığımız şeyleri artık okulda yapıyoruz. Geçen sene World Kindness Day’de oğlumun sınıf arkadaşları için kek yaptık. Blogun Almanca kısmında yaptığımız planı paylaşmıştım. Bu sene de buradan paylaşmak istedim. Bizimle birlikte sınıftaki çocuklara kek yapmak isteyenler için planımız şöyle: World Kindness Day hazırlıklarında neler yapılmalı? 1) Öğretmenlere önceden haber verilmeli Her iki öğretmene de mesaj yazdım. Mesajda vegan veya şekersiz beslenen ve herhangi bir alerjisi olan çocuk var mı diye sordum. Öğretmenler farklı beslenen çocuklar hakkında bilgi verdi. 2) Çocuklara uygun tarifler bulunmalı Kızımın sınıfında bir çocuk şekerli şeyler yememesi gerekiyormuş. Diğerinde ise laktoz intolerans varmış. Ona göre bir Thermomix tarifi bulduk. Dattel-Bananen-Muffins İnternette çok sayıda vegan tarif var. O yüzden burdan tarif paylaşmıyorum. Mrs. Flury’nin tarifleri güzel oluyor. Burada vegan bir kek tarifi var. Mrs. Flury, Vegane Schokoladen Muffins 3) Alışveriş Listesi oluşturmalı Alışveriş listesini çocuklarla birlikte hazırladık. Alışverişi onlar yapacak ve kendi harçlıklarıyla ödeyecekler. 4) Keklerin yapılacağı gün belirlenmeli 40-45 tane yapacağımız için keki yapacağımız günü önceden belirlememiz gerekiyor. Facebook Twitter Youtube Instagram Linkedin Ben normalde kekleri Kitchen Aid’de hazırlamasını daha çok seviyorum. Hamuru çırparken izlemek keyif veriyor. Ama bu kez kekleri çocuklar tek başına hazırlayacak. O yüzden Thermomix’i kullanacaklar. Geçen sene kekleri şeker hamuru ile süslemiştik. Bu sene kızımın sınıfındaki çocuk şeker yememesi gerektiği için şeker hamuru kullanmayacağız. Oğlumun sınıfında özel beslenen bir çocuk yokmuş aslında ama biz yine de her iki sınıfa şeker hamursuz hazırlayacağız. Gülen yüz yapmak için kullanmıştık şeker hamurunu. Sanırım bu sene meyveyle yaparız gülen yüzleri. Kek hazırlamamızın asıl amacı kekin üzerine takacağımız yazılar. Çocuklara özel “Gülümseme” ile ilgili 24 tane “Cupcake Topper” hazırladım. Buradan indirebilirsiniz PDF dosyasını. Emoji-Muffins-Topper
Kategori: Allgemein
Çevrendeki mentörleri keşfet
Çevrendeki mentörleri keşfet Dün 13 sene önce Frankfurtta tanıştığım, kısa bir süre sonra yollarımız ayrıldığı için çok üzüldüğüm ve “Allahım inşallah yeniden buluşuruz” diye dua ettiğim kişiyle buluştum. Yeniden gelmiş Almanya’ya. Bu kez yaşadığım yere. Ne onun haberi vardı bundan, ne de benim. Altı ay kalıp dönecekmiş. Saatlerce yürüyüş yaptık, muhabbet ettik. Ara ara mekanlara girdik, çıktık. Kahve içerken bana İstanbul’u anlattı. Beyazıt’ı, Beyazıt’ın esnaflarını, Beşiktaş’ı. Sonra Kudüs’ü, İran’ı, Londra’yı. Ruhum onunla dünyayı gezip geri geldi sanki. Sonra yemek yedik tekne limanında. Uzun zamandır yapmak istediğim birşeydi. Meğer onun gelmesini bekliyormuşum. Ne kadar iyi geldi onu görmek. Rafa kaldırdığım ideallerimi hatırlattı. Yol boyu gülüştük. Çok özlemişim onun esprili yorumlarını. Sadece esprilerini de değil, gözlemlerini, analizlerini, hayat tecrübelerini, yazdığı yazıları. Ekşi Sözlük yazarıydı eskiden. Eminim kitap yazsaydı, en çok satılan kitapların arasına girerdi kitapları. “Sevgili Günlük” diye başlıyordu yazıları. Toplumsal gözlemlerini anlatıyordu. Heyecanla bekliyordum her yeni yazısını. Bloguna gitmek için tıkla. Onunla tanıştığımda yeni yeni blogculuk yapmaya başlamıştım. Kendini yazarak ifade eden biriyle tanışmış olmak hayatıma bir zenginlik katmıştı. O zamanlar bir iki kişi vardı çevremde yazı yazan ve yayınlayan. Onun kadar iyi yazan biri ise yoktu. Farkında olmadan bana mentörlük yapmaya başladı. Zamanla çevremdeki mentörlerden biri oldu. Şöyle bir dönüp bakıyorum etrafıma. Bir sürü mentör var çevremde. Herkes hem kendini, hem de çevresini geliştirmekle meşgul. Kimi okulda, kimi işyerinde, kimi politikada, kimi ise spor salonlarında çevrelerine mentörlük yapıyor. Belediyede çalışan bir arkadaşım Cuma akşamları bir grup genç kızla biraraya geliyor. Her buluşmada kendilerini keşfedecekleri çalışmalar yapıyor onlarla. Aynı zamanda onları iş hayatına hazırlıyor. Yaşadığı şehirde Müslüman mezarlığı açılmasına vesile olan doktor arkadaşım bir grup gençle mezarlığın bakımını yapıyor. Mentörlüğünü yaptığı gençlere sosyal sorumluluk almayı öğretiyor. Sabah öğretmenlik yapan bir arkadaş, öğleden sonra Almanya’ya yeni göç eden kadınları iş hayatına hazırlıyor. Bir başka arkadaş okuldaki öğrencilerine özel vaktini ayırıyor. Ne yapmak istediğini bilmeyen gençlerle gelecekleri hakkında konuşuyor. Yine bir öğretmen arkadaş sosyal medya paylaşımlarıyla öğrencilerine ulaşıyor. Akademisyen arkadaş çevresindeki üniversite öğrencilerine mentörlük yapıyor. Ve hepsi gönüllü mentörlük yapıyor. Her ne kadar herşeyi tek başına yapmak toplumda büyük alkış alsa da, aslında herkes herşeyi tek başına yapmıyor. Birçok insanın mentörü var. Kimi profesyonel destek alıyor, kimi özel hayatındaki mentörlerden destek alıyor. Kiminin annesi, babası, dedesi mentörü, kiminin okul arkadaşı, iş arkadaşı. Sen de kendine bir mentör bulabilir, destek alabilirsin. Gönüllü mentör bulmak çok zormuş gibi gözükse de, aslında değil. Gönüllü işlerin yapıldığı her yerde mentörler var. Orda yoksa okullarda, işyerlerinde var. Offline dünyada yoksa, online dünyada var.
Sen de 15 Kasım’da çocuklara kitap oku
Sen de 15 Kasım’da çocuklara kitap oku 15 Kasım 2024 Almanya’da Kitap Okuma Günü (Bundesweiter Vorlesetag). Stiftung Lesen, Die Zeit ve Deutsche Bahn Stiftung tarafından her sene Kasım ayının üçüncü Cuma Gününde düzenleniyor. Bu sene 21. kez düzenleniyor. Amaç, topluma çocuklara sesli kitap okumanın önemini hatırlatmak. Vorlesemonitor 2023 sonuçlarına göre ailelerin yüzde 36’sında çocuklara ya çok az ya da hiç kitap okunmuyor. Dr.Jens Brandenburg sonuçlar hakkında şöyle diyor: “Bu alarm verici derecede yüksek bir sayı. Kitap okunmayan çocuklar kitap okumayı çok daha zor öğrenir. Bu durum bütün eğitim hayatlarını negatif etkiler.” Kitap Okuma Günü aynı zamanda Almanya’nın en büyük Sesli Kitap Okuma Şöleni (Vorlesefest). Çocuklar biraraya geliyor. Hep birlikte farklı hayatlarla tanışıyorlar. Fantezileri ve kelime hazineleri gelişiyor, farklılıklarla yaşamayı öğreniyorlar. Birbirini tanımayan aileler birbirleriyle tanışıyor. Kitap Okuma Günü toplumu bileştiriyor. Dede torununa kitap okuyor 15 Kasım’da çocuklara nasıl kitap okuyabilirim? Anaokulları, ilkokullar ve kütüphaneler gönüllülerden gelecek teklifleri bekliyor. Yapman gereken tek şey, Okumak istediğin kitabı seçtikten sonra, yüz yüze veya E-Mail ile kitabı okumak istediğin yerle irtibata geçmek. Şimdiden, en geç 1 hafta içinde irtibata geçmen gerekiyor. Tatilde hemen hemen bütün kurumlar 1-2 hafta kapanmış olacak. Almancan yeterli değilse Türkçe veya bildiğin diğer dillerde kitap okumayı teklif edebilirsin. Göçmen kökenli ailelerin yoğunlukta olduğu bölgelerde kütüphanelerde Türkçe, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca da okunuyor. Bazı anaokulları ikidilli kitaplara da ilgi duyuyor. Aynı kitap iki dilde, iki kişi tarafından okunuyor. Bir kişi bir sayfa Almanca, bir kişi diğer dilde okuyor. Bu şekilde kitap okunan yerlerden çok olumlu geri dönüşümler geliyor. Çocuklar bütün hikayeyi anlıyor. Çok sayıda çocuğun Almanca bilmediği anaokulu ve okullarda Türkçe kitaplar olumlu karşılanmayabilir. Mümkünse bu teklifi çocukların dil problemi yaşamadığı kurumlarda yapabilirsin. Bazı bölgelerde Türkçe önem görmüyor. Böyle bölgelerde Türkçe’nin önem gördüğü derneklerle irtibata geçebilirsin. Dernekler de ilgi göstermiyorsa kendi evinde ‘Kitap Okuma Günü’ düzenleyebilirsin. Çocukların arkadaşlarını veya komşuların çocuklarını davet edebilir. Hatta bütün organizasyonu çocuklarına yaptırabilirsin. Davetiye hazırlayabilir, kitap okuma saatinden sonra ne yapmak istediklerini söyleyebilirler. Okuma yazmayı bilen çocuklar misafir çocuklara kitap okuyabilir. Bütün misafirler okuma yazmayı bilen çocuklar ise, hep birlikte bir kitabı sesli okuyabilirler. Arkadaş veya komşularının desteğiyle farklı dillerde de kitaplar okuyabilirsiniz. Kitap okuma saatinden sonra kitapla alakalı bir etkinlik yapabilir, farklı dillerde şarkılar söyleyebilir veya birlikte Waffle pişirebilirsiniz. Ben 15 Kasım’da okuldayım, sen nerdesin? Kitap Okuma Gününde çocuklarımın okulunda çocuk kitabım “Meryem feiert im Kindergarten das Ramadanfest” okuyacağım. Öğleden sonra ise evde Kitap Okuma Günü düzenleyeceğiz. Çocuklar küçük misafirler için davetiye hazırlayacak, okunacak kitabı seçecek ve bir etkinlik düşünecek. Sen Kitap Okuma Gününde (Vorlesetag) neler yapacaksın? Fikirlerini yorumlarda bizimle paylaşabilirsin. Vorlesetag 2019 Detaylarla alakalı Bundesweiter Vorlesetag sitesinden bilgi alabilirsin. Burayı tıkla.
Sen benim duamsın
Sen benim duamsın Geçtiğimiz günlerde mağazada eski bir arkadaşımla karşılaştım. Çok şaşırdım. Çok sevindim. Ayaküstü konuşup numaralarımızı verdik birbirimize. Bugün buluştuk. „O nasıl bir karşılaşmaydı öyle? Saniyelik bir andı.“ dedi. Aşağı inerken merdivenin kenarında görmüştüm onu. O an beş metre ilerde olsaydı görmeyecektim. Yirmi sene önce tanıştık. Yirmi dakika mesafede oturuyor, ara ara görüşüyorduk. İkimiz de yaşadığımız yerlerde kendimizi yalnız hissediyorduk. Çevremizde rol modellerimiz yoktu. İkimiz de okumak istiyor, yaşıtlarımızın ilgilenmediği konularla ilgileniyorduk. Sadece okul konuları değil. Göçmen kökenli çocuklar ve gençler, onların kişisel gelişimi, okul hayatı, problemleri, ihtiyaçları da giriyordu ilgi alanımıza. İkimiz de üniversite okumaya farklı şehirlere gittik. Ve bir gün koptu ilişkimiz. En son 2011’de görüşmüşüz. Seneler sonra o da benim gibi dönmüş büyüdüğü yere. Üç çocuğu olmuş. Annelik sürecini anlatırken sanki benim yaşadıklarımı anlatıyordu. Anne olduktan sonra hissettiklerimiz bile bekarlıktaki hislerimiz gibi aynıydı. „Ben ev hanımı olacak insan değilmişim“ dedi gülerek. Girdiği birçok ortamda tutunamamış. Konuşulan konular ilgisini çekmemiş. Eskiden olduğu gibi yine sık sık yalnız hissetmiş kendini. Ve bir gün yeniden üniversite okumaya karar vermiş. Aslında İslam Bilimleri mezunu. Bu kez öğretmenlik okumaya karar vermiş. Üniversitedeki ortam ona çok iyi gelmiş. Yeniden mezun olmak üzere. Ben de bazen sırf bu ortam için üniversiteye geri dönmek istiyorum. Bu sabah oturduk önce geçmişi, sonra toplumsal konuları konuştuk. Ben ona yaptığım işleri anlattım, o bana kendi yaptığı işleri anlattı. Dediki: ‘”Ben o günlerde senin bu konularla bir gün televizyona çıkacağına inanıyordum.” Ne kadar çok inanmışız birbirimize. Belki de birbirimize olan inancımızdı o günlerdeki motivasyon kaynağımız. Hala eskisi gibi capcanlı, cıvıl cıvıl. Hala çok idealist. Hala çok cesur. Öyle güzeldiki onunla muhabbet etmek. Enerjiyle doldum. Hiç bitmesin istedim bu sohbet. Sanki yirmi sene öncesine geri dönmüştük. “Sen benim duamsın”, dedim ona. “Seni kaybetmeyi hiç istemedim. Ama hayat şartları bir şekilde uzaklaştırdı bizi birbirimizden.” Çevremdeki insanları çok seviyorum. Bazılarını senelerdir yüzyüze göremiyor, sadece sosyal medyadan görüşüyorum. Ve her birinin “duam” olduğuna inanıyorum. Hayatıma duayla giren, duayla kalan insanlar. Eğer sen de yaşadığın yerde kendini yalnız hissediyor, Seni anlayacak, Ortak konuları konuşacak insanların özlemini çekiyorsan, dua et. Çok dua et. Belki seneler sürecek “Sen benim duamsın” diyeceğin insanla karşılaşman. Ama emin ol. Bir gün çıkıp gelecek. www.meryemundmaria.de Betül Özdemir
Ramazan’da Kindergarten’e kitap hediye et
Ramazan’da Kindergarten’e kitap hediye et Bugün bloguma maddi destek olan biri “Abla inşallah Ramazan sadakası niyetine geçmiştir” dedi. İyiki hatırlattı Ramazan sadakasını. Eğer Kindergarten’e veya Grundschule’ye (ilkokul) giden bir çocuğunuz varsa bu sene Ramazan’da kitap hediye edebilirsiniz okulun kütüphanesine veya Kindergarten grubunuza. Çeşitliliği anlatan çocuk kitapları hala çok az. Bazı Kindergartenlerde ise Müslüman ailelerin hayatını anlatan bir tane bile kitap yok. Weihnachtsspende diye bir gelenek var zaten. Aileler noelde Kindergarten’e bir sürü oyuncak, kitap hediye ediyor. Müslüman aileler de Ramazan’da aynısını yapabilir “Ramadanspende” adı altında. “Acaba yanlış anlaşılır mı?”, “Acaba ne derler?” gibi düşüncelerle kendinizi negatif etkilemenize gerek yok. Kimse yanlış anlamaz, kimse de birşey demez. Tam aksine çok da memnun olurlar. Ailelerin en fazla söz hakkına sahip olduğu bir yer varsa orası Kindergarten. Diğer yandan, pedagogların, eğitmenlerin en önemli görevlerinden biri çocukları geleceğe hazırlamak. Biz şöyle yaptık: Ramazan yaklaştığında gruba haber verdim. “Ramadanspende” vermek istediğimizi ama neye ihtiyaçları olduğunu bilmediğimi söyledim. Bir kaç gün sonra geri döndüler. Oğlumun Kindergarten’i için şöyle bir oyun aldık: Hammerspiel Kızımın Kindergarten’i ise yeterince paten olmadığını söylemişti. Onlara da şöyle bir şey almıştık: Rollschuhe Bir sene sonra Ramazan’a dair kitaplara ihtiyaçları olduğunu söylediler. O günden beri her sene “Ramadanspende” olarak kitap hediye ediyorum. Bu sene son Ramazan hediyemizi verip ayrılacağız Kindergartenden. Şimdiye kadar hediye ettiğim kitaplar şunlar: Meryem feiert im Kindergarten das Ramadanfest Neele und Betül erleben den Ramadan Wir haben Ramadanpost, in Rundumstark in allen Bildungsbereichen Wir basteln eine Gute Taten Box, in Rundumstark in allen Bildungsbereichen (bu sene hediye edeceğiz) (Son iki dergiye abone olmak gerekiyor. Tek bir dergi isteyenlere yazının yazarı olarak sipariş verebiliyorum.) Bunlar dışında Google’a “Ramadan Kinderbücher” yazarak farklı kitaplara ulaşabilirsiniz. Dattelbeere’nin Shop’unda da kitaplar bulabilirsiniz. Bu listede de sıraladığım kitap isimleri var: Linksammlung rundum den Ramadan Senelerdir tanıştığım bütün küçük çocuklu ailelere “Kindergarten’de çokkültürlü, çokdilli projeler yapıyorlar mı?” diye soruyorum. Bazı aileler bilmiyor. Bazı aileler “Hayır” diyor. Bazı aileler ise yapılanları yeterli bulmuyor. Yeterli bulmayan aileler Kindergarten’i destekleyip açıkları kapatabilir. Hediye edeceğiniz her kitap çocuklara okunduğunda çocuklar o konuları eğitmenleri ile konuşacak. Her kitap senelerce Kindergarten’de kitaplıkta duracak. Yirmi otuz sene sonra gelen çocuklara da okunacak. Sadece Kindergarten´e değil, şehrinizdeki kütüphanelere de hediye edebilirsiniz okunmasını istediğiniz kitapları. Kindergarten ve okullar kütüphanelerden de çok kitap alıyor. Hem onlar, hem de diğer aileler bir çok kitaba ulaşabilir Ramazan bağışınız sayesinde. Siz de bir gün torunlarınız olduğunda, kütüphaneye gider otuz sene önce hediye ettiğiniz kitabı elinize alır, torunlarınıza okur, bugünleri anarsınız onunla.. www.meryemundmaria.de Betül Özdemir www.meryemundmaria.de Betül Özdemir
Kindergarten neden çokkültürlü/çokdilli eğitimi destekleyen projeler yapmıyor?
Kindergarten neden çokkültürlü/çokdilli eğitimi destekleyen projeler yapmıyor? Sabah Kindergarten’e girdim. Erzieherin(eğitmen) benimle konuşmak istediğini söyledi. Ramazan hazırlıklarına başlamışlar. Biraz projeden bahsetti. Benden bir tane seccade getirmemi rica etti. Benimle konuşan kişi Frau F. kültürel projelerden sorumlu. Öyle dışardan proje yapmaya gelen biri değil. Ekipten biri. Kindergarten ekipten üç kişiye bu görevi vermiş. Bütün grupları sırayla gezip onları dünyayla tanıştırıyorlar. Yaşadığımız yeri çocuklara tanıtan da onlar. Volkshochschule (Halk Eğitim Merkezi) ile ortak çalışmalar yapıyor, haftada bir gün kütüphaneye götürüyorlar çocukları. Şimdi de sırada cami varmış. “Caminin içi nasıl?” “Müslümanlar nasıl ibadet ediyor?” göstermek istiyorlarmış. Konuşmaya şahit olan kızımın gözleri parladı. “Soll ich dir zeigen wie man betet?” (Nasıl namaz kılındığını göstereyim mi sana?) Frau F.’in oğlu bu hafta annesine göstermiş nasıl namaz kılındığını. Okulda din dersinde bu sene bütün dinleri anlatıyorlarmış. Çok hoşuma gitti bütün dinlerin anlatılıyor olması. Dört sene boyunca böyle olsa ben de çocuklarımı din dersine göndermek isterdim. Hatta keşke din ve etik dersi çocukları bölmeden anlatılsa Drei Religionen Grundschule de olduğu gibi. Börek de yapacaklarmış Kindergarten’de. Frau F.’nin Türk kültürüne olan ilgisini anlamak için özel hayatında Türk kültüründe yaşayan arkadaşları var mı diye sordum. Yokmuş. 35 yaşındaki Frau F.‘nin bu kadar farklı kültürlere ilgisi olmasına rağmen göçmen kökenli arkadaşının olmaması yaşadığımız yerin geçmişini az çok anlatıyor sanırım. Her sene birşeyler yapıyorlar Ramazan’da. Geçen sene hurmalı kek yaptılar. Bir grup keki yapıp hediye paketlerine koyup diğer gruba hediye etti. Gruplar kendi aralarında bayramlaştı yani. Ondan önceki sene de Türkiyeyi anlattılar çocuklara. Ramazan davulu yaptılar birlikte. Kurban Bayramında kuzucuk yaptılar. Ve günlerce çocuklarla bu konuları anlattılar. Çünkü bütün çocukların toplumu tanımalarını istiyorlar. Hemen hemen her hafta yeni bir konu işliyorlar. Düşünün ne kadar çok konu işlendiğini. Ne zaman bir fotoğraf paylaşsam şu soruyla karşı karşıya kalıyorum: Bizim Kindergarten neden böyle şeyler yapmıyor? Pekçok nedeni var aslında. Bazı yerlerde personel tembel. Ekstra bir iş yapmak istemiyor. Bazı yerler ise kırk sene önceki sistemle çocuk bakmaya devam ediyor. Hala çocukları cezalandıran kurumlar var mesela. Bazı yerlerde göçmen kökenli çocukların taşıdığı zenginliğe değil, standard çocuk eğitiminde ‘normal’ görülmeyen yönlerine odaklanılıyor. Zaten çocuk Almanca bilmeden Kindergarten’e başlamışsa aile birçok önyargının kurbanı oluyor. Almanca bilmeyen çocuk bir de hareketli bir çocuksa o çocuğun dili, dini, kültürü değil problemli davranışları konuşuluyor. Diğer yandan böyle yerlerde iki ilgili aile varsa, on ilgisiz aile oluyor. İlgili aileler ilgisiz ailelerin arasında kayboluyor. Hatta ilgili aileler zamanla kurumda küçümseyici davranışlar gördüklerinde geri çekiliyor, mümkün olduğunca iletişim kurmamaya başlıyorlar. Onlar da geri çekilince “çokkültürlülük”, “çokdillilik” projeleri yalan oluyor. Çeşitlilik projelerini önemseyen ama harekete geçemeyen müdürler ise diğer problemleri sıralıyor: Bütçe yok. Personel yok. Var olan personel hastalanıyor. Aynı anda bir kaç personel hastalandığın açığı kapatmak için gruplar birleştiriliyor. Çocukların birçoğu Almanca bilmiyor. Personel diğer kültürlere ilgi duymuyor. Göçmen kökenli personel bile yeni fikirler getirmiyor. Destek olan aile ya yok ya da çok az. Bunlar da benim gözlemlerim: 1-Çocuklarına Almanca öğretmeyen aileler bu görevi Kindergarten’e bırakıyor. Gruplarda Almanca bilmeyen çocukların sayısı arttığında ekip motivasyonunu kaybediyor ve ekstralarla uğraşmıyor. 2-Alman kültürüne ilgisiz davranan, etkinliklere katılmayan aileler, kendi yaşadıkları kültürün de önemsenmemesine neden oluyor. 3-Ailelerin bir kısmı “Vielfalt”, “Diversity”, “Inklusion”, “interkulturelle Erziehung”, “interreligiöse Erziehung” gibi terimlerin ne manaya geldiğini anlamıyor veya önemsemiyor. 4-Bazı aileler için 2-6 yaş dönemi çok da önemli bir dönem değil. Kindergarten’i oyun parkı gibi görüyor. Duvarda asılı mektuplar dışında hiçbir şeyden haberi olmuyor. Hatta bazı ailelerin o mektuplardan da haberi olmuyor. 5-Göçmen kökenli aileler “çeşitlilik” konusunda Kindergarten’i desteklemiyor. Bazı kurumlarda sadece Ramazan Bayramında şeker, kek, poğça gönderiyor aileler. Bu da yeterli değil. 6-Bundan 15-20 sene önce yaşanmış olaylar bugün yaşanmış gibi anlatılıyor etrafa. Bir başkasının olumsuz tecrübesinden olumsuz etkilenen aile kendine şans tanımıyor. “Zaten yapmamışlar, zaten yapmayacaklar” deyip geri çekiliyor, talep bile etmiyor. 7-Bazı ailelerde yanlış anlaşılma korkusu var. Belki de dışlanma veya kendini ifade edememe korkusu. 8-Bazı aileler Kindergarten‘de farklılıklarının dikkat çekmesini istemiyor. Ama evde çocuklarına “Biz Alman değiliz, Türküz” , “Biz onlar gibi değiliz” gibi cümleler kuruyorlar. Onlar kim, biz kim? Madem “onlar” gibi değil çocuk, neden Kindergarten’de “onlar” gibi? Toplumda sürekli “onlar” gibi olan çocuk, sürekli uyum sağlayan çocuk bir gün “Ben kimim?” dediğinde bu soruyu nasıl cevaplayacak? Tiktok’ta gençler bu konularda dertleşiyorlar birbirleriyle. Dinlemenizi tavsiye ederim. 9-Bazı kişiler kendi görüşlerini başkalarının görüşlerinden daha değersiz görüyor. Çocuğunun gelişiminde Kindergarten tarafından eksik bırakılan kısımları görse bile dile getiremiyor. Hele bir de konu din ve dil ise. Küçümsenmekten ve dışlanmaktan korkuyor belki de. (Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Lütfen siz de ekleyin gözlemlerinizi yorumlara.) Her ne kadar aileler kendilerini “Biz Türkler”, “Biz Müslümanlar”, “Biz göçmenler” gibi gruplaştırsa da aslında onları bu etiketler birleştirmiyor. İlle etiketleyeceksek şöyle etiketleyelim: İlgili aileler, ilgisiz aileler Aktif aileler, aktif olmayan aileler Değişim isteyen aileler, değişim istemeyen aileler Konuşan ama harekete geçmeyen aileler, konuşan ve harekete geçen aileler “Ben neler yapabilirim?” diyen aileler, “Banane ya” diyen aileler Aşağıdaki kısım “Ben neler yapabilirim?” diyen aileler için… Ben neler yapabilirim? “Benim Almancam iyi değil” deyip geri çekilmenize gerek yok. Bazen davranışlarınızla da anlatabilirsiniz önemsediğiniz şeyleri. Kindergarten’in önemsediği ve sizin önemsediğiniz özel günlerde çocuklara birşeyler götürebilirsiniz. Zamanla ekip önemsediğiniz günleri fark ediyor ve daha hassas olmaya başlıyor o günlerde. Ramazan’da “Ramazan bağışı” yapabilir, Bu konularda kitaplar hediye edebilirsiniz. Bütün etkinliklere katılmalı, yardım etmeli, diğer ailelerle tanışmalısınız. Tanıştığınız herkes fikirlerinizden haberdar olacak. Bazı insanlar “Hiç böyle düşünmemiştim” diyor anlattıklarınızı duyunca. Zaten genelde küçük çocuklu ailelerle konuşulan konu “çocuk eğitimi” oluyor ve bir şekilde konu çokdilliliğe, çokkültürlülüğe geliyor. İnsanlar merak ediyor evde ne yiyip içtiğinizi 🙂 Mümkünse Elternbeirat’a (Aile Birliği) girin. Ben girmedim çok yoğun olduğum için. Sosyal medya paylaşımlarıyla gündem ediyorum önemsediğim konuları. Önceden Instagram’dan, şimdi Whatsapp’den. Siz de sosyal medyayı kullanabilirsiniz gündem etmek istediğiniz konularda. Motivasyonunuzu kaybetmemek için sosyal medyadan bu konuları gündem eden kişileri takip edebilir, çevrenizle fikir alışverişi yapabilirsiniz. Bizim Kindergarten kapıya bir kutu koymuştu. Herkese çocukların evde yaşadığı kültür ve konuştuğu diller sorulmuştu. Biz de yazıp attık kutuya. Belki müdürünüze bu fikri anlatabilirsiniz. Bir de size önemsediğiniz noktalar sonulduğunda muhakkak önemsediğiniz bütün konuları yazın. Örneğin şöyle: Mehrsprachigkeit, interkulturelle/interreligiöse Erziehung, Medienkompetenz, Resilienz, Inklusion. Diğerlerini (Selbstkompetenz, Sozialkompetenz, Sachkompetenz etc.) zaten her Kindergarten önemsiyor. Mücadele ederken zaman zaman kendinizi yalnız da hissetseniz yalnız olmadığınıza…
Yıldızlarını seç!
Yıldızlarını seç! Yıldız ziyaretleri yapıyorum bu aralar. Yıldız muhabbetini bilmeyenler soruyor. “Yıldız ziyareti de neyin nesi?” Sosyal medyada özel bir listem var. „Canım Yıldızlarım” adını verdim bu listeye. „Birlikte geliştiğim insanlar“ listesi aslında. İnternette kendime kurduğum dünyada yer alan insanlar. Bu yazıda anlatmıştım o dünyayı: Offline dünyanda sen sen değilsen! Neden yıldız? Yıldız ne alaka? Aslında Instagram’da çıktı bu isim ortaya. Yıldızlı paylaşımları görenler „Yıldız“ oldu. Zamanla farkettim ki, hiç de yanlış bir ifade değilmiş. Yıldız listemle olan ilişkimi, Geceleri gökyüzüyle kurduğum ilişkiye benzetiyorum. Gün bittiğinde, Zihnimdeki değerlendirmeler, sorgulamalar başladığında, Yıldızlar belirmeye başlıyor gökyüzünde. O ana sadece onlar şahit oluyor. Bazen bir kaç yıldız, Bazen onlarcası. Bazen ise hiçbiri gözükmüyor. Zihnimi meşgul eden konuları sosyal medyaya taşıyorum. Aynı konulara kafa yoran insanlarla buluşuyorum. Bazı gecelerde kulluğumuzu sorguluyoruz. Bazı gecelerde insan ilişkilerimizi. Bazen sistemsel isyanlarımızı haykırıyoruz. Bazen ise halimize gülüyoruz. Yıldız listemi ordan oraya taşıyorum. Önce Instagram’a, sonra Whatsapp’e. Şimdi ise bloga taşınıyorum. (Sen de bir yıldız olmak istiyorsan buradan bloga üye olabilirsin) Yıldız listemin hayatıma sağladığı katkıyı her buluşmada anlatıyorum. Herkesi yıldız listesi kurmaya teşvik ediyorum. Çevremde pek çok kişinin yıldız listesi var zaten. Hepsi de çok memnun listelerinden. Kullanmayanlar ise nereden başlayacaklarını bilmiyor. Eğer sen de onlardan biriysen, burdan sonraki kısmı senin için yazıyorum. Öncelikle kendine şu soruyu sor: Sosyal medyayı nasıl kullanıyorum? Eğer sosyal medyayı pasif kullanıyorsan yıldız listesine ihtiyacın olmayabilir. Çünkü yıldız listesi oluşturabilmek veya bir yıldız listesine girebilmek için aktif bir kullanıcı olman gerekiyor. (Tabi bu biraz irtibatta olduğun kişiye de bağlı. Herkesin yıldız listesi kriteri farklı) Aktif bir kullanıcı olduğunu düşünüyorsan; ilgini çeken her konuda paylaşım yapabilirsin. Zamanla paylaşımlarına ilgi duyanlar kendini gösterecek. Bu isimleri yıldız listene al. 100 kişi de olabilir aldığın isimler, 10 kişi de. Zaten değişecek arada listen. Zamanla önemsediğin noktaları fark edecek, isimleri ona göre seçeceksin. Benim listeye aldığım isimlerde aradığım özellikler şunlar: 1) Sosyal medyayı çevresiyle iletişimde kalmak için kullananlar. 2) İnsan ilişkilerine önem verenler. 3) Yargılamak yerine anlamaya çalışanlar. 4) Birbirinin sınırlarına girmeyenler. 5) Bıktırmayanlar. 6) Kendine köle aramayanlar. 7) Başkasının yaşantısına müdahale etmeyenler. 8) Birbirini destekleyenler. 9) Çıkar ilişkisinden uzak kalanlar. 10) Ortak konulara ilgi duyanlar. 11) Enerji yemeyenler. 12) Aşırı duyarlı insanlar Peki yıldız listesine giremeyenlere ayıp olmuyor mu? Bilmem, oluyordur belki. Oluyorsa söyleyin :=) , Offline dünyamızdaki ilişkilerimiz de böyle değil mi? Herkesle her konuyu konuşuyor muyuz?Konuşmuyoruz! Herkes, her şeye, her ana şahit oluyor mu? Olmuyor! Bazen aynı ortamı paylaştığımız onlarca insanla bile aynı anlara şahit olamıyoruz. Yan masada yapılan espriye yan masada oturanlar gülüyor sadece. Yıldız listesi de böyle birşey işte. O an o masada kimler varsa onlarla sohbet ediyorsun. Sosyal medya artık hayatımızın merkezinde. Merkezinde kalmaya devam edecekse şunu kabul etmemiz gerekiyor: Herşeyi görmek, herşeyden haberdar olmak zorunda değilim! Herşeyi görmemek zihni koruyan bir metod aslında. Yıldız listesi oluşturmak bir başka metod. Sessize almak bir başka metod. Diğer metodları bir başka yazıda konuşalım. Sen önce bir yıldız listesi oluştur kendine. Gökyüzünde buluşup muhabbet edelim seninle… **** Blogda yaptığım çalışmalara destek olabilirsiniz: DESTEK OL!
Doğumgünü çocuğu Hussein
Doğumgünü çocuğu Hussein Hussein doğumgününü kutladı dün akşam. Her sene büyük bir kutlama yapıyormuş. Biz bu sene ilk kez katıldık. Doğumgününü vesilesiyle senede bir gün bütün çevresiyle bir araya geliyor. İçten cümlelerle bir davetiye hazırlamış. Herkesi uyarmış davetiyesinde: “Lütfen hediye getirmeyin! Onun yerine Lübnandaki ihtiyaç sahipleri için ortaya birşeyler koyalım hep birlikte” Sordum eşine. 70 kişi gelmiş. Nasıl rengarenk bir ortam. Daha çok sarı bir ortam:) Davetliler arasında Alman-Türk, Alman-Arap, Alman-Rus da var. Herkes Almanca konuşuyor, herkes birbiriyle konuşuyor. Kendi içinde gruplaşan ve farklı bir dilde konuşan yok. Zaten çoğu birbirini tanıyor. Tanımayanlar ise ortak konularda konuşarak tanışıyor. Bizim masa kız tarafı 🙂 O yüzden damat Hussein’in çevresini tanımıyoruz. Herkes Almanca konuşsa da farklı hissediyorum kendimi bu ortamda. Bir doğumgünü kutlamasındayız, Bierbank’da (bank) oturuyoruz, ama bira kokusu yok. Sarhoş olup saçmalayan, saçmalarken kadınları aşağılayan erkekler yok. Sigara dumanı yok. Belki de içen var ama dibimde içen yok. “Senin ne işi var burda?” der gibi bakan yok. Bir farklı sıcak. Sanki akrabalar birbirleriyle. Hussein’in babası mangalın başında. Hava aşırı sıcak. Oturduğumuz yerde terliyoruz. Ama Hussein’in babası saatlerce kalıyor mangalın başında. Yanında yardımcılarıyla. Gelini “O ordan ayrılmaz zaten” diyor. Hussein ve annesi ne kadar sosyalse o o kadar içine dönük biriymiş. Ama nasıl tatlı bir baba. Hepimiz biliyoruz o yaşlardaki Müslüman teyze ve amcaların doğumgünü alışkanlıkları olmadığını. “Doğumgünü de neymiş” deyip geri çekilmek yerine, Oğlu için nasıl da uyum sağlamış ortama. Köftenin hamurunu Hussein kendi elleriyle hazırlamış. Eşi de işten sonra üç tepsi kek yapmış. “Maşallah hangi ara yaptınız bunları?” dedim. “Akşam 9’da” dedi. Hussein’in eşi iş seyahatleri yapan biri. Aşırı yoğun yani. Haftaiçi yine 3 gün iş seyahatindeymiş. “Çok yorgunum, nerden çıktı bu doğumgünü daveti” demek yerine son enerjisini eşi için mutfakta kullanmış. Yardım eden pek çok insan vardı. Annesi bir ara babasıyla misafirlere yeni banklar açıyordu. Annesini de hiç otururken görmedim. Misafirlerine ailece gösterdikleri ilgi alakaya hayran kaldım. Doğumgünü çocuğu Hussein de hiç oturmadı. Bir yandan babasına köfte taşıyor, bir yandan eksikleri gözlemliyor, bir yandan da gelen herkesi karşılıyordu. Misafirlerle tanışmaya başladım. Suriye’den gelmiş bir kadın. Geleli 8 sene olmuş. Kendini rahatlıkla ifade edebilecek şekilde Almanca öğrenmiş. Çocukları biraz daha büyüdüğünde meslek eğitimi almak istiyormuş. Gelen misafirlerin bir kısmı çok yaşlı, bir kısmı orta yaşlı, bir kısmı kendi yaşıtları. Tabi bir sürü de çocuk vardı. Onlara özel şişme oyun parkı (Hüpfburg) kurulmuş. Bir teyzeyle tanıştırdı eşi bizi. “Hussein’in British anneannesi” dedi. Kadın ne güzel şeyler söyledi manevi torunu hakkında. Bir karı koca geldi. Hussein’in eski öğretmenleriymiş. Genç bir adam hava kararınca her yere lamba yerleştirdi. “Bu da en yakın arkadaşı” dedi eşi. Lübnanlı veya Müslüman değil. Onca farklılığa rağmen çok yakın arkadaş olmayı başarmışlar. Arkadaşının yaşam tarzını bilmiyorum. Hussein dindar bir Müslüman. Ama sınırları engel olmamış kurdukları dostluğa. “Nereden tanıyor bu kadar insanı?” diye sorduk eşine. “Her yerden” dedi. Dünyanın farklı ülkelerinden, farklı şehirlerinden gelenler olmuş. Bir kısım dostluklar anne babasıyla başlamış. Hussein o dostlukların içinde büyümüş. Ailesi Almanya’ya 30 sene önce gelmiş. Geldiği gibi toplumun içine girmişler. Gönüllü işler yapmış annesi. Çok büyük bir çevresi var. Son 12 senedir ise bir yardım kuruluşunda resmi çalışıyor. Yeni gelen ailelerin ihtiyaçları, problemleriyle ilgileniyor. Görüntüsüne baktığınızda, başörtüsünü geniş örten, uzun uzun elbiseler giyinen bir kadın. Bu şekilde sevilmiş, bu şekilde kabul görmüş toplumda. Oğlu Hussein de onun kadar sosyal yetişmiş. Kocaman bir çevre kurmuş kendine. Tanıştığı insanları bırakmamış. Aramaya, sormaya, görüşmeye devam etmiş. Eski iş arkadaşları arkadaşları olmuş. Girdiği yönetim kurullarında (Vorstand) dedelerle arkadaş olmuş. Her yere girmiş çıkmış. Eşi diyor ki “Yaşadığı yeri çok seviyor. Tatilde sıkılıyor buraları özlediği için. Haftasonları sabah erkenden kalkıp yaşlılarla yürüyüş yapıyor. Hafta içleri akşamları arkadaşlarıyla buluşuyor. Sürekli insanlarla irtibat halinde.” Oturduğum masada “Hussein Youtuber olmalı, daha büyük bir kitleye ulaşmalı, gençler onu tanımalı” dedim. Eşi “Yapmaz” dedi. Hussein geldi masaya. “Sen Youtuber olsana” dedim. “Neeeeee”(olmaz) dedi. Ama “Ben yapamam öyle birşey” demedi:) Valla ümitliyim. “Valla ikna olursa yapar” dedim durdum içimden 🙂 Teknik bir ekip kursa kendine. Hayatlarından kesitler paylaşsa, çevresindeki insanlarla buluşup muhabbet etse ve o muhabbetler Youtube’da yayınlansa. Çevresinde kitap gibi insanlar var. 70-80 seneyi geride bırakanlar, toplum için yerinde duramayan iyi insanlar, çalışkan, üretken gençler.. Var da var.. Konuşacakları konular eminim gençlere yol gösterir. Her gencin aile içinde Hussein’in gördüğü desteği görme imkanı yok. Ama Youtube’da kendilerini geliştirme imkanları var. Hussein dört ay önce başlamış doğumgününü organize etmeye. Her sene bu şekilde kutladığı için çok tecrübeli. “Sen Eventmanager da olabilirsin” dedim. Adama neden yeni bir iş arıyorum bilmiyorum:) Zaten iyi bir işi var. Aslında ne kadar güzel bir tablo. Bir insanın sadece bir iş değil, bir kaç iş yapabileceğini gösteriyor. Hayran kaldım Hussein ve ailesinin insan ilişkilerine. Biz dün Hussein’in doğumgününü kutlamadık sadece. Hussein’in ömrünü kutladık! Onun yaşantısından kendime şu notları aldım: Göçmen çocuğu Hussein yaşadığı şehre kendini ait hissediyor. İnsanları dili, dini, ırkına göre seçmiyor. Herkese sıcak davranıyor, gülümsüyor, değer veriyor. Yerinde durup beklemiyor. Harekete geçiyor. Üretiyor. İnsanlarla tanışıyor. Tecrübelerini dinliyor. Toplumu gözlemliyor. Olumsuz olayları, olumsuz insanları kafasına takmıyor. Doğumgünlerinde bile toplumun farklı kesimlerini bir araya getiriyor, ihtiyaç sahipleri için bağış topluyor. Kendi değerleriyle kurduğu dünyasında kendi kalmaya, insan sevmeye, insanlarla tanışmaya ve insana değer vermeye devam ediyor. Allah razı olsun! Allah daim etsin! *** Toplumda karşılaştığım insanları yazıyorum. Size anlatmak istediğim yaklaşık 100 hikaye var. Bir de bir bölüm hazırlıyorum sizin için. Siz yazacaksınız ben paylaşacağım. Sizi buluşturabilmek için desteklerinize ihtiyacım var. Burdan üye olabilir: Üye ol! Burdan blogda yaptığım çalışmalara destek olabilirsiniz: Destek Ol!
Kendimi yalnız hissediyorum!
Kendimi yalnız hissediyorum Almanya’nın farklı şehirlerinden, hatta dünyanın farklı ülkelerinden insanlarla görüşüyorum senelerdir. Hemen hemen hergün. Hemen hemen herkes aynı şeyi söylüyor: Kendimi yalnız hissediyorum! İzole bir yaşam sürdükleri için değil, İlgilerini çekmeyen ortamların, muhabbetlerin bir parçası olmak zorunda kaldıkları için yalnız hissettiklerini söylüyorlar. Hepsi sosyal insanlar. Hayatları insanların içinde geçmiş. Hala da öyle. Çevreleri kalabalık. Telefon rehberlerinde yüzlerce insanın telefon numarası var. Sosyal medya hesapları hakeza. 300-500 kişi var listelerinde. Ama iç dünyalarında yalnızlar. ‘Sadece bir kişi istiyorum. Bir kişi olsun hayatımda beni anlayan’ diyor bir arkadaş. ‘Gereksiz konulara vakit ayırmak istemediğim için uzaklaştım kalabalık gruplardan’ diyor bir başka arkadaş. ‘Keşke kimseye faydası olmayan muhabbetlerle vakit öldüreceğimize birbirimizi geliştirecek konular konuşsak’ diyen var. ‘Kötü gün dostu istemiyorum, iyi gün dostu istiyorum’ diyen de. Şöyle sözler duyuyorum diğerlerinden: ‘Girip çıktığım her ortamda para konuşuluyor. Boğuluyorum.’ ‘Tek konuşulan konu Türkiye ve siyaset.’ ‘Yemek tarifi konuşmak istemiyorum.’ ‘Okuduğum kitapları konuşabileceğim bir çevrem yok’ ‘Sadece Almanların olduğu ortamlarda hissettiğim yabancılığı sadece göçmenlerin olduğu ortamlarda da hissediyorum’ Herkes bir şekilde kabullenmiş yalnızlığını. Herkes bir şekilde kendine bir çözüm yolu bulmuş. Kimileri çevresindeki insanlarla anı yaşıyor, İç dünyasında yalnız kalmaya devam ediyor. Kimileri ise tamamen kopmuş insanların olduğu ortamlardan. ‘Bana hiçbir getirisi yok bu ilişkinin.’ diyor Evde dizi izliyor, film izliyor, kitap okuyor. Mutfakta yeni yeni tarifler deniyor. Spor yapanlar var. Göl, nehir kenarlarında yalnız yürüyenler var. Bahçesindeki meyve sebzeyle dertleşenler var. Sosyal medya fenomenlerini kendine arkadaş edinenler bile var. Halinden memnun olan da var, olmayan da. Halinden memnun olmayanlar hala bir arayış içinde. Yeni yeni insanlarla tanışıyorlar. Bazı yeni tanışmalar derin dostluklara, Bazıları ise hayalkırıklıklarına dönüyor. Herkes gibi ben de zaman zaman kendimi yalnız hissediyorum. Bazen bir ortamda konuşulan konu ilgimi çekmediğinde yerdeki karıncaları, gökyüzündeki bulutları izliyorum. Bazen kulaklık takıyorum. Zaten muhabbetin muhattabı ben değilim. Sadece o an o ortamda olmam gerektiği için ordayım. İç dünyamı anlatamadığım, karşımdaki insanla derin bir muhabbet kuramadığım buluşmalar arttığında içimdeki yalnızlık büyüyor. Pek çok metod denedim ilişkilerimde. Şöyle bir çözüm buldum kendime birkaç sene önce: Anlaşıldığımı hissettiğim, ortak konulara ilgi duyan kişileri sosyal medyada bir listede topladım. Şuan Whatsapp’de. Geçen sene Instagram’daydı. Seneye nerde buluşuruz bilmiyorum 🙂 Listedeki isimler ara ara değişiyor. Ortalama 30 kişi var. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşıyorlar. Annem de var, yengem de. Arkadaşım da var, arkadaşımın çocuğu da. Instagram’da herkese açık kullandığım hesabımda tanıştığım insanlar da, çocukluk arkadaşlarım da. 60 yaş üstü de var, 18 yaş altı da. Ev hanımı da var, kariyer yapan da, akademik çalışmalar yapan da. Bebekli depresif anneler de var :=) Kimseyi etiketlerine göre seçmedim. Tek bir amacım vardı: Çevremle irtibatta kalmak ve muhabbet etmek. Muhabbete dahil olmak isteyen herkese açtım paylaşımları. Sesi soluğu çıkmayan herkese kapattım. Ne paylaştım? Ne paylaşıyorum? Gündelik hayatımda karşıma çıkan olayları. Bazen bahçedeki salatalıkla yaptığım muhabbeti paylaşıyorum. Bazen toplumda gördüğüm yanlışları. Bazen hayalini kurduğum toplumu. Bazen özel paylaşımları. Bazen gelen mesajlardan ekran kaydı alıyorum. Öyle güzel mesajlar geliyor ki. Ortanca paylaşmıştım bir gün. Onu alabilmek için 2 ay Cafe’de kahve içmediğimi söyleyince şöyle bir yorum gelmişti: Sosyal medyada kendime kurduğum küçük dünya içimdeki yalnızlığı dindirdi. Kimse bana ‘Nasılsın?’ diye mesaj yazmıyor artık. Podcast gönderiyor. Kitap kapağı gönderiyor. Yazı gönderiyor. Youtube videosu gönderiyor. Ve altına şöyle yazıyor: Bunu bir dinle/oku/izle sonra üzerine konuşalım. Bazen 10-15 dakikalık sesli mesajlar geliyor. Mesaj şöyle başlıyor:‘Yine bir şey yaptım. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Senin fikrini merak ediyorum.’ Herkes birbirinin düşüncelerinden istifade ediyor. Bir odada toplanıp ilgimizi çekmeyen konularda muhabbet etmek yerine, internette konuların etrafında toplanıyoruz. Pek çok pozitif etkisini gördüm bu metodun. En önemlisi; Hayatımda olan insanları okumak (burdaki yazıda anlattığım gibi) ufkumu geliştirdi. Belki seneler öncesinde kalsaydı bu ilişkiler, Birbirimizi bu kadar anlamayacak, Birbirimizin tecrübelerinden faydalanamayacaktık. Bazen bulunduğumuz ortamlar fırsat vermiyor ilişkilerimizi derinleştirmeye. Bazen grup ilişkileri izin vermiyor. Bazen öne çıkan kimlikler izin vermiyor. Bazen etiketler izin vermiyor. Bazen takıntılar izin vermiyor. Sosyal medyada ise kontrol kendi elimizde. Ortama uyum sağlamak zorunda değiliz. Muhabbeti yönetmek kendi elimizde. İlgi duymadığımız konulardan uzaklaşmak kendi elimizde. Kendinizi gerçekten yaşadığınız yerlerde yalnız hissediyorsanız kendinize sosyal medyada küçük bir dünya kurabilir, insanları iç dünyanıza misafir edebilirsiniz. Önce herkese açık paylaşabilirsiniz ilginizi çeken konuları. Gelen yorumlar rahatsız ediyorsa küçültün listeyi. (Beni yorumlardan çok sessiz izlenmek rahatsız ediyor.) Emin olun en az 5 kişi bulacaksınız ortak konular konuşabileceğiniz. Onların da yalnızlığına merhem olacak bu paylaşımlar. ‘Ne paylaşayım ki?’ diyorsanız eğer, Zihninizde anlam bulan herşeyi. ‘Keşke şuan biri olsa da şu konuyu konuşsak’ dediğiniz herşey. Zamanla muhataplarınızı daha iyi tanıyacaksınız. Ortak konularınız olacak. Sevdikleriniz uzakta olabilir. Senelerdir görüşmüyor olabilirsiniz. Ama yalnız değilsiniz. Sizi seven, sizi anlayan, sizinle aynı dili konuşan insanlar var. Yapmanız gereken tek şey onlara ulaşmak.
Seni okumaya geldim..
Seni okumaya geldim.. Kendimle buluştuğum günlerden biri. Cafedeyim. „Ne içersin?“ dedim kendime. „Kahve alayım“ dedi. „Nasıl hissediyorsun şuan kendini?“ diye sordum. Başladı anlatmaya. Güneşle birlikte doğdum güne. Gün içerisindeki en büyük hedeflerden biri belki de bu. Çevremle birlikte güne başlamak. Karga geliyor her sabah bahçeye. Bakışıyoruz. “Günaydın arkadaşım!” Kuşlar başlıyor cıvıl cıvıl ötmeye. “Ooo şenlik var sizin mahallede!” Horoz sesleniyor yan bahçeden. „Sana da günaydın sevgili horoz!” Karıncalar çıkıyor yuvasından. Sessiz bir gecenin ardından, Hayat yeniden başlıyor. Herkes görevinin başında, Herkes bir işle meşgul. Dakikalarca gökyüzünü izliyor, bulutların gelmesini bekliyorum. İlk görünen bulutta “çok şükür” diyorum. Çok geçmeden hüzün kaplıyor içimi. Gelen bulut bir kaç dakika sonra gidiyor. Dünyayı durduramıyorum. Zamanı durduramıyorum. Ölümü hatırlıyorum o an. Acaba ne kadar vaktim kaldı bu dünyada? Neler yapabilirim kalan vaktimde? Neler üretebilir, Neleri değiştirebilirim? Değiştiremediğim şartlara nasıl uyum sağlayabilirim? Bazen kitap okuyorum güneş doğarken. Bazen çevremi kitap gibi okuyorum. Bu sabah da öyle bir sabahtı. Arkadaşımdan gelen sesli mesajları sesli kitap gibi okudum. Anlaşılmıyor olmaktan, iç dünyasındaki yalnızlıktan bahsetmiş. Denize benzettiğim yalnızlığımdan bahsettim ona. “Şiir defterime yazıcam bu cümleleri” dedi. “İlk kez şiir defterime bir misafir konuk olacak” dedi. Allahım nasıl güzel bir yorum! Misafir oluyorum ona. Bedenimle değil, ruhumla. Sabah sabah derinleştim onun mesajıyla. Düşüncelere daldım yine. Çevremde herkes kitap gibi. Onları dinlemek kitap okumak gibi. Kitabı yayınlanmamış yazarlar her biri. Bazen ekran kaydı alıyorum yazdıkları mesajlardan. Basılmasa da, seneler sonra fotoğraflarıma baktığımda tekrar karşıma çıksın bu yazı istiyorum. Bazen not defterime taşıyorum mesajı. Bazen kendime bir yazı yazıyorum. Bazen paylaşıyorum yazıyı, bazen paylaşmıyorum. Çevrem benim kitaplığım aslında. Sık sık fikrine ihtiyaç duyduğum isimleri gündelik okuduğum kitapların arasına koyuyorum. Mutfakta usta olanlar bir rafta. Dünyayı iyi tanıyanlar bir rafta. Psikolojik konular bir rafta. Sosyolojik konular başka bir rafta. Bilimsel konular, yeni trendler, dijital dünya, Gen Z, Gen Alpha, Gen Boomer derken raflarım birbirinden farklı kitaplarla şekil alıyor. Her bir rafta hayat hikayeleri var. Bazen ağlıyorum onların hayatlarını okurken, bazen kahkhalarla gülüyorum, Bazen cesaretlerinden, Bazen pişmanlıklarından ders alıyorum. Riske girmeyi sevenler heyecanlandırıyor beni. Pes etmeyenler güçlendiriyor. Birşeyleri ilk kez deneyenler motive ediyor. Kimler yok ki kitaplığımda?Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım, hayatlarına ‘Abla’ olarak alanlar, iş hayatımda karşıma çıkan insanlar, gönüllü işlerde tanıştığım hayatlar, spor kulüplerindeki ilişkilerim, çocuklarımın arkadaşlarının aileleri. Mücadele var. Motivasyon var. Direnç var. Dram var. Başarı var. Başarısızlık var. Sabır var. Ümit var. Bir de memnun olmadığım ilişkilerim var kitaplığımda. ‘Zorunlu ilişkilerim’ adını taşıyan rafta yerini alanlar. Elimin pek ulaşmadığı yere koyuyorum. Mecbur kalmadıkça okumuyorum. Bir de okurken sıkan kitaplar var. Deniyorsun deniyorsun bir türlü ilerlemiyor. Bir kaç sene veriyorum aramızdaki ilişkiye. Değişmiyorsa çıkartıyorum kitaplığımdan. Seneler sonra tekrar denemek üzere kartona koyuyorum. Çünkü bazı karşılaşmaların yanlış zamanda olduğunu düşünüyorum. Kitabı kartona koyarken ‘Belki de benim seni okuyabilmem için önce kendimi okumam ve gelişmem gerekiyor. Belki de senin kendini okuman gerekiyor.’ diyorum. Senelerdir dokunmadığım kitaplarım da var kitaplığımda. Hayatıma almış, öylece bırakmışım bir kenarda. Yeni kitaplarıma odaklanmış, eskilerin hayatıma kattığı değeri unutmuşum. Belki de artan kitap sayısı arasında kaybolup gitmişler. Bir gün seni okuyacağım diye diye seneler geçmiş. Okuyamamışım. Buluşamamışım onların fikir dünyasıyla. Yeniden okumaya başladığım kitaplar da var. On sene önce anlamadığım kitapları daha iyi anlıyorum bazen. Bazen on sene önce anladığım kitapları bugün anlamıyorum. Yeniden kararlar alıyor, kitaplığımdaki yerini değiştiriyorum. Buluştuğum her insana içimden ‘Seni okumaya geldim’ diyorum. Bana öyle şeyler anlat ki, Burdan ayrılırken ikimiz de ‘İyi ki gelmişim. İyi ki vaktimin iki saatini seninle geçirmişim’ diyebilelim. Dünyanın dört bir yanında insanlar hak mücadelesi verirken, acı çekerken, yaşadığımız toplumda üzerimize almamız gereken sorumluluklar varken, oturup kalkıp konuşacağımız konular sulu börek, temizlik, onun bunun hayatı olmamalı. Sen nasıl oluşturuyorsun çevreni? Kitaplığında kimler var? Kim, ne katıyor ilişkine? Kiminle gelişiyor, kimlerle yerinde duruyorsun? Kimler dinliyor seni? Kimler susturuyor? Kimler dalıyor seninle denizin dibine? Kimler denizin kıyısında bekliyor?
Göçmen kökenli aileler neden yardım etmiyor?
Göçmen kökenli aileler neden yardım etmiyor? İki arkadaşla buluştuk. Farklı gün ve saatlerde. İkisi de anaokullarında Aile Birliği Başkanı. Biri göçmen kökenli, diğeri değil. Farklı eyaletlerde yaşıyorlar. İkisinden de aynı cümleyi duydum. Şöyle dediler: “Göçmen kökenli aileler anaokullarında yok sanki.” Göçmen kökenli Aile Birliği Başkanı anlatıyor: “Toplantı yapıyoruz. İçlerinde tek göçmen kökenli olan benim. Görev paylaşımı yapıyoruz, yardım eden de, Waffel yapan da Alman aileler. Diğer aileler ortada yok” Diğer arkadaş ise şöyle diyor: “Anaokulunda ailelerin büyük bir kısmı göçmen kökenli ama Aile Birliğinde herkes Alman. Bazı mektupları farklı dillere tercüme etmek istiyoruz. Almanca bilen göçmen kökenli ailelerden bile yardım alamıyoruz.” Problem senelerdir aynı. Enteresan olan, anaokullarında Almanca bilen ailelerin artmasıyla birlikte bu sorunun çözülememiş olması. Demek ki sorun senelerdir anlatıldığı gibi “dil engeli” değil. Gerçekten engel dil olsaydı, bizim annelerimiz de takılmış olması gerekmiyor muydu bu engele? Annem bizim anaokulunda düzenlenen bütün aktivitelere, satışlara katılır, standda durur, anaokulunun bağlı olduğu kilisedeki programlara bile katılırdı. Giyim tarzı (pardesü ve başörtüsü) bile engel olmamış sosyal ilişkilerine. Seneler sonra anaokulları öğretmenleriyle markette bile karşılaşsa muhabbet etmeye çalışırdı. Senelerce bize anaokulunda yapılan faaliyetleri ve bize karşı olan ilgilerini anlattı. Öğretmenlerin isimlerini unutmadı. Vefat edenlerden de haberdar oldu. Hala hayırla yad eder anaokulumuzu. Arkadaş “Göçmen kökenli aileler sence neden yardım etmiyor?” dedi. Gözlemlediğim göçmen kökenli ailelerden bahsettim biraz arkadaşa. Öncelikle Aile Birliği Başkanı olan göçmen kökenli arkadaşımdan, onun gibi anaokullarına büyük katkısı olan arkadaşlarımdan bahsettim. “Ama” dedim. “Bazı aileler için önemli olan anaokullarındaki faaliyetler değil, çocuklarının 8-16 arası evde olmaması. Bu aileleri unut.” “Bazı aileler o kadar yoğun ki (!) asla anaokullarındaki etkinliklere vakitleri yok. Bu aileleri de unut.” “Bazı aileler sadece şikayet edilecek bir konu olduğunda çıkar ortaya. Onları da unut.” Sonra ulaşabilecekleri ailelerden bahsettim. Belki de problem ailelerin yardım etmiyor olması değil, onlara bu imkanın tanınmıyor olmasıydı. Anaokullarındaki gruplaşmalardı belki de engel olan. Grupların yeni insanlara kapılarını açmıyor olmasıydı. Kimseyi tanımayan annelerin birbirini senelerdir tanıyan ailelerin arasına giremiyor olmasıydı. Farklılıklara olan itici muamelelerdi belki de. Belki de başörtülü bir anne yardım etmek istemediği için değil, gördüğü itici muameleyi ikinci kez görmek istemediği için gelmiyordu. “Bazen insanların bakışları yetiyor kendini kötü hissetmek için” dedim. Belki de var olamıyordu o anne o ortamda. Belki de görmüyorlardı. “Aile Birliğinde olduğu halde selam vermeyen, silik davranan anneler var anaokullarında” dedim. Anlattım da anlattım şahit olduğum olayları. Büyük bir ilgiyle dinledi. Yine de merak ediyorum. Sizce neden yardım etmiyor göçmen kökenli aileler anaokullarında?
Bir kadın yöneticinin hayatıma kattıkları..
Bir kadın yöneticinin hayatıma kattıkları.. İsmi Katja. Benim eski patronum. Yakın zamanda emekli oldu. Kadın yöneticilerin hayatımı ciddi manada yıprattığı bir dönemde girdi hayatıma. Yüzü gülen bir yöneticiydi. İşine geldiğinde gülümsemiyordu. Sürekli gülümsüyordu. İnsanları gülümseyerek karşılıyordu. Sabahları koridorda karşılaştığı herkese “Nasılsın?” derdi. Bazen ayak üstü muhabbetler kahkahalarla biterdi sabahın 8’inde. Bazen bizden sonra gelirdi. Kahkahalarını duyar, “Katja gelmiş” derdik. “Nasılsın?” dediği kişilerden biri de bendim. 5 aylık hamileydim onun yanında işe başladığımda. Sıkıntılarımı bilirdi. Hemen hemen hergün başım ağrırdı. Çok güçsüz ve yorgun hissederdim kendimi. Beni ilk lavaboda gördüğünde “Odamda koltuk var, kendini iyi hissetmediğinde gel uzan” dedi. Sonraki günlerde tekrarladı teklifini “Odama gel kendini kötü hissettiğinde” İşyerimi çok seviyordum. Bedensel kendimi kötü hissetsem de ekibin ruhu, işyerindeki atmosfer bana güç veriyordu. Yüzü gülmeyen, espri yapmayan insan yoktu. ‘Çay veren adam hiç kötü olur mu?’ diyor ya İsmail Abi Çay içiyordu bizim işyeri. İçlerinden biri siyah çayı çok sevdiğinden semaver almış işyerine. Çay bardaklarını dizmiş çayın yanına. Giden gelen içiyor. İşyerinden enerji alıp gidiyordum eve. Katja gönüllü işler yaptığımı biliyordu. Beni çevresinden bir kızla tanıştırmak istedi. 19 yaşındaymış. Abisi okumasına izin vermiyormuş. “Bu kızın geleceği sözkonusu. Bir diploması olmazsa ömrü boyunca sıkıntı yaşar” dedi. Abisini ikna etmenin yolunu da biliyordu. Kızı benimle tanıştıracak, Abisi bana güvenecekti. O kafa yapısındaki erkeklerin Müslüman olmayan kadınlara güvenmediklerini biliyordu. Birlikte bir Cafe’ye gittik. Düşünebiliyor musunuz? Koca koca işlerle meşgul olan bir kadın öğle paydosunu 19 yaşındaki bir kızın geleceğine ayırmıştı. Daha sonra öğrendimki sık sık evlerine gider, abisini ikna etmeye çalışırmış. Doğuma altı hafta kala ayrıldım işyerinden. Katjayla görüşmeye devam ettik. Bana yakın bir yerde oturuyordu. Doğum yaklaştıkça sıkıntılarım artıyordu. Bir yardımcı buldu bana kendi çevresinden. Önce birlikte evi temizliyor, ardından kahve içip, muhabbet ediyorduk. Kadın meğer Suriye’de öğretmenmiş. Burda geçici bir süre evlere temizliğe gidiyormuş. Sadece 3 ay yardıma gelse de sonrasında irtibatımız kopmadı. Almanca kursu bitti. Kadınlara özel bir eğitime katıldı. Şimdi iş hayatına hazırlanıyor. Katja sayesinde birbirimizi tanımıştık. Doğumdan sonra yeniden yazıştık Katjayla. Bahçesinde Yaz şenliği varmış. Bir aylık kızımla gittik oraya. Bahçe tıklım tıklım. Bir masaya toplanan ailelerle tanıştırdı beni. Hepsi Suriye’den geldikten sonra tanışmış Katja’yla Çok iyiliğini görmüşler. Birisi “Katja bizim herşeyimiz” dedi. Bir diğeri “Katja benim kalbim” dedi. “Ah benim de” dedim. Nasıl da sevdirmişti kendini. Suriye göçünün üzerinden üç sene geçmiş olmasına rağmen ailelerle irtibatını kesmemişti. İstese bir süre yardım eder, sonra irtibatını kesebilirdi. O onları özel hayatına almış, arkadaşlarıyla tanıştırmıştı. Hedefi buydu belki de. Yaşadığı yerde yerlilerle yeni gelenleri kendi bahçesinde düzenlediği bir şenlikle tanıştırıyordu belki de. Yönetici kadındı. Plan, proje kadınıydı. Tek başına planlıyordu pek çok işi. Tek başına kalkabiliyordu pek çok problemin altından. Ama gerginliğini bize yansıtmıyordu. Yüzü asılmıyordu bize karşı. Sahneye çıkıyordu konuşma yapmaya. Şirket yöneticilerinin, politikacıların akademisyenlerin olduğu programlarda mikrofona geldiğinde önce içten gülümsüyordu herkese. Kalbiyle konuşuyordu sanki. Katja benim idolüm. Güleryüzü, İnsana verdiği değer, Kalbindeki merhamet duygusu, Yardımsever yönü, Kimseyi aşağılamadan, korkutmadan, yıldırmadan yaptığı yöneticilik, Organizatör ruhu, Hedefleri, planları, projeleri, Problem çözme yeteneği hayatımın her an her yerinde. Dün bir kez daha çıktı Katja karşıma. Çocuk kitabımı Google’a yazıp bugüne kadar yapılan paylaşımları topladım blog için. Bir baktım Katja. Kitabım çıktığı gibi kendi hesabından paylaşıp tanıtmış, ben ise unutmuşum o anı. Katja sadece başarılı bir iş kadını değil. Arkasından gelen genç kadınları yetiştiren bir rehber adeta.
Anaokullarında Ramazan Postası
Anaokullarında Ramazan Postası Anaokulları için hazırladığım Ramazan çalışması geçtiğimiz hafta Klett Kita Yayınevi tarafından yayınlandı. Çalışma “Rundum stark in allen Bildungsbereichen” adlı kitapçığın içinde yer alıyor. Çalışmanın adı: Wir haben Ramadanpost! (Ramazan postamız var) Neler var içinde? İki çocuklu, bir kedicikli Ramazan hikayesi Hikayeye uygun fotoğraflar Konuya uygun bir aktivite Ramazan’a dair önemli bilgiler Anaokulu öğretmenlerinin kullanabileceği metodlar Çalışma 10 sayfa. Çalışmanın kapağını bu postun altında yayınladım. Çocuklarınızın anaokulu öğretmenlerine tavsiye edebilirsiniz. Kitapçığa ulaşmanın tek yolu senelik abone olmak veya 15 Euro’ya denemelik abone olup 14 gün içerisinde aboneliği iptal etmek. Kitapçığın sipariş numarası: 866270 UPDATE! 20.09.2023 Çalışma Klett Kita Verlag’ın kendi sitesinde yayınlandı. Siteye gitmek için tıkla: Wir haben Ramadanpost!
Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi?
Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi? Depremin üzerinden 18 gün geçti. Oğlum hala derste bu konuyu konuşmadıklarını söylüyor. Okulundan da herhangi bir mail gelmedi. Oysa Türkiye’den çok fazla göç almış küçük bir şehirde yaşıyoruz. Zamanında Türkçe sınıflar bile varmış Türkiye’den gelen ailelerin çocukları için. Bu kadar ilgisiz kalınması, depreme şahit olmuş yüzlerce çocukla bu konuların konuşulmaması şaşırttı beni. Umarım diğer sınıflarda konuşulmuştur ve benim haberim yoktur. Öğrencilerden biri oğluma “Türkiye’de savaş var” deyince oğlum şaşırmış. “Anne çocuk savaş var sanıyor” dedi bana. Okul konu etmese de oğlumun gündeminden düşmüyor deprem. Yarın 8 yaşına girecek. Anlayamadığı konuları tekrar tekrar soruyor. Belki de korkuyor. Bu sabah aramızda geçen konuşma: “Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi?” Yıkılmaz inşallah. Almanya’da binalar depreme dayanıklı yapılıyor. “Türkiye’de yapılmıyor mu?” Yapılıyor. Ama yapmayanlar da var. O yüzden yıkıldı binalar. “Ya bizimki de sağlam değilse? “ Sağlamdır inşallah. Almanya’da binalar sağlam yapılıyor. “Türkiye’de yapılmıyor mu?” Orda da yapılıyor. Ama bazı kişiler sağlam yapmıyor. Aslında kurallara uymuyorlar. “Polis yok mu Türkiye’de?” Var. “Bu binaları yapanlar tutuklanacak değil mi? Onlar yüzünden insanlar öldü. Annesi babası ölen çocuklar ne yapacak şimdi?”
Sebepler dairesinde dolaşırken..
Sebepler dairesinde dolaşırken.. “De ki Allah bana yeter.” İki gün önce eve dönerken balkondaki komşum Frau W. ile karşılaştım. Konuşmaya başladığımda sesimin kısıldığını farketti. “Test yaptırdım. Galiba Corona oldum” dedim. Bir süre sonra Frau W. mesaj gönderdi. Eşinin geçirdiği Corona’dan yola çıkarak neler yapabileceğimi yazmış. Birkaç saatte bir mesaj yazıyor, durumumu soruyor, dışardaki işlerimle ilgilenmeyi teklif ediyordu 65 yaşındaki kadın. Ara ara önerilerini yazıyordu: Doktorunu ara rapor iste. İlaç da yazmasını söyle. Ben gider alırım. Akşam evde Corona testi kalmadığını farkettim. Haber verdim. Acil olmadığını söylesem de ertesi sabah 7 de 70 yaşındaki eşi Herr W. bize test almak için markete gitmiş. Gezmeye çıktıklarında testleri kapımızın önüne bıraktılar. “Birşeye ihtiyacın olduğunda beni ara!” deyip gitti Frau W. Doktor raporumun alınması gerekiyordu. O an yolda olan Frau W.yi aradım. Doktorun öğle paydosuna girmesine 1 saat vardı. Ya hemen alacaklardı ya da öğleden sonra. Hemen gidip almışlar. Dönüşte raporu ve ilacı kapımın önüne bıraktılar. Frau W. gün içerisinde mesajlar göndermeye devam etti. Raporumu hatırlatmıştı. Hem benim hem de eşimin sağlık durumunu soruyordu. Aylardır böbrek taşı ağrısı çeken eşim hastanedeydi. Ben de çocuklarla karantinaya girmiştim. Dün kapıda bir paket daha bekliyordu beni. Önce anlayamadım. Bahçemizde çalışan abiye sordum: “Abi siz mi koydunuz bu ekmeği?” “Evet” Yine anlayamadım. Acaba onlara yemek hazırlamam için miydi? Tekrar sordum. “Bize mi?” “Evet” dedi ve gitti. Hal diliyle cevap vermişti. Ne kadar düşünceliydi. İki haftadır bahçede çalışmaya ara veren abi, tam da eşimin hastaneye yattığı, benim karantinaya girdiğim hafta çalışmaya başlamış, durumumuzdan haberdar olmuş ve bize ekmek getirmişti. Hepimizin çaresizliğini iliklerine kadar hissettiği anları var. Allah biliyor o anlarımızı. Duyuyor dualarımızı. Gönderiyor yardımını. *** Gönderdiğiniz mesajlar için teşekkür ederim..