Okulda oğluyla kurabiye yapan baba Geçen hafta kızımın sınıfında çocuklar kurabiye pişirdi. Öğretmen ailelerden destek istedi. Kimi kurabiye hamuru gönderdi, kimi şeker, un, kimi de kendi yardıma geldi. Biz pudra şekeri, merdane ve kurabiye kalıpları götürdük. 8’de kurabiyeyi yapacağımız salona geçtik. Öğretmen çocuklarla açılışı yaptı. Yardıma gelen anneler getirdikleri malzemeleri önce kendi çocuklarının önüne koydular. Kalan malzemeler paylaştırıldı. Anneleri yanında olan çocuklar hemen hamuru açmaya başlarken, annesi olmayan çocuklar önce önlerine un ve hamur konmasını bekledi. Farkedilene kadar beklemeye devam ettiler. Bazı çocuklar açtığı hamuru masaya yapıştırdı. Tekrar topladı, tekrar açtı. Hamur tekrar yapıştı. Bazı çocuklar çok un dökünce hamur parçalandı. Çocukların çoğu hamuru tek başına açamıyordu. Zaten bazı kurabiye hamurları da iyi değildi, cıvıktı. Bir anneyle ve öğretmenle çocuklara teker teker yardım ettik. Her çocuğun 3-5 dakika yardıma ihtiyacı olduğu için uzun süre beklemek zorunda kalan çocuklara üzüldüm açıkçası. Acaba o an içinden “Keşke benim de annem burda olsaydı?” diyen olmuş mudur acaba diye düşündüm. Anneleri yanında olan çocuklar büyük bir keyifle hamuru açarken ve tepsileri doldururken, annesiz gelen çocuklar onlar kadar eğlenmiyordu. Çünkü sürekli hatalarıyla meşgullerdi. Elbette bu da çocuğun gelişimi için iyi bir şey. Problem çözme yeteneklerini geliştirdiler kurabiye hamuruyla. Yine de üzüldüm çocuklara. Ne zaman desteklenmeyen bir çocuk görsem 40 yaş üstü çevremin sözleri geliyor aklıma: “Herkesin ailesi gelirdi, benim ailem gelmezdi.” Çocukluğunda futbol oynayan bir baba şöyle diyor: ”Futbol kulübünü destekleyen anne babaların çocukları oynatılırdı maçlarda. Bizim anne babamız gelmediği için yedeklerde beklerdik maç bitene kadar.” Oğluyla kurabiye yapan baba Bir baba vardı yardım eden. Hiç yerinde durmuyor, ne yapılması gerekiyorsa yapıyordu. Hem hamuru açıyor, hem süslüyor, hem de iş bitince masaları siliyor, yerleri süpürüyordu. Oğlu da onun gibiydi. Bir çok çocuk kurabiye hamurunu açamazken o hızlı hızlı açıyor, formlarla kesiyor, şekerlemelerle süslüyordu. Öğretmen pudra şekeriyle süslemek isteyenleri diğer masaya çağırınca ilk o gitti o masaya. Bir saat sonra öğretmen pişen kurabiyeleri almaya bir grup çocuk gönderdiğinde o çocuk da gelmişti. Belli ki babasının yolundan ilerliyordu. Saat 10 oldu. Program bitmesi gerekiyordu. Ama bitmedi. Son tepsiler fırına girmeliydi. İş yerinden bir kaç saat izin alanlar ise gitmeliydi. Tüm gün izinli olanlar kaldı. İki anne, bir baba kaldık sona doğru. Kurabiyeleri pişirirken muhabbet ettik. “Bugün buraya gelmem çocuğum için çok önemliydi. Bu yüzden işyerinden izin aldım” dedi yanımdaki anne. Baba ise tek gelmemişti. Eşi de gelmişti. Serbest meslekte çalıştıkları için birlikte gelmeleri zor olmamış. Anne 9’da ayrıldı, baba bizimle 11’e kadar kaldı. “Öğretmene destek olmaya geldim. Çünkü yaptığı şeyler çok değerli şeyler, her öğretmen yapmıyor böyle şeyler” dedi. Devam etti anlatmaya: “Benim bir çocuğum daha var 2.sınıfta ama onlar noele özel birşey yapmadılar. Herşey öğretmene bağlı, bazı öğretmenler için böyle şeyler yük” “Gerçekten böyle şeylerle uğraşmasını sevmeyen öğretmenler var ama bir de önceki senelerde ailelerden yeterince destek görmediği için böyle işlere girmeyen öğretmenler de var.“ dedim. Doğruladılar. Aileler neden yardım etmiyor? Aileleri konuştuk biraz. “Aileler neden yardım etmiyor?” diye sorduk birbirimize. “Çünkü istemiyorlar” dedi bir anne. „Öncelikleri farklı“ dedi tepsiyi fırından alan baba. Evet, bazı aileler istemiyor. Bazı aileler önemsemiyor. Ama bir de gelmek isteyen ama imkanı olmayanlar var. Evde bebeği olanlar, sağlık sıkıntıları olanlar, işyerinden izin alamayanlar, o gün önemli bir randevusu olanlar. Dil engeline takılanlar da var. İş yerimde tanıştığım bir çok aile dil engeline takıldığı için okuldaki faaliyetlerden uzak duruyor. Aslında takılmıyorlar dil engeline. Kısa kısa cümlelerle kendilerini ifade edebiliyorlar. İletişim kuramayacak olma korkusu engelliyor onları. Şunları anlatıyorum onlara: Böyle ortamlar basit cümlelerin kullanıldığı, az çok Almanca anlayan herkesin iletişim kurabileceği ortamlar. Çünkü kimse birbiriyle uzun uzun muhabbet etmiyor. Ya birlikte bir iş yapılıyor ya da genelde birileri konuşuyor, birileri dinliyor. Bazen anadili Almanca olan insanlar bile tek kelime etmiyor. İşini yapıp gidiyor. Bir kere gidip görmek gerekiyor böyle ortamları. İnsan ortamlara gire çıka yeniyor korkularını. Ailelerin önemsediği programları çocuklar da önemsiyor Okuldaki faaliyetlere yardım etmek çocuklar için de çok önemli. Çocuklar anne babalarını okulda görev alırken gördüğünde mutlu oluyor, cesaretleri artıyor, aileleri tarafından desteklendiklerini fark ediyorlar. Öğretmenlere destek olan ailelerin öğretmenlerle iyi bir ilişkisi oluyor. Aileler birbirleriyle tanışıyor, dayanışma halinde oluyorlar. (5.sınıftan sonra ailelerle tanışmak çok daha zor) Çocuklar arkadaşlarının ailelerini, aileler çocuklarının sınıf arkadaşlarını yakından tanıyor. Genelde okulda aktif olan ailelerin pek çok konudan haberi oluyor. Ailelerin önemsediği programları genelde çocuklar da büyüdüklerinde önemsiyor. Aileler çocuklarına örnek oluyor. Programın sonunda ince düşünceli öğretmenimiz yardım eden ailelere ufak bir hediye verdi. Bloga destek olmak istiyorum
Blog TR
Kendinize bakın kızım, bizim gibi olmayın
“Bugün 5 Aralık, sizin doğumgünüz, doğumgününüz kutlu olsun” dedi dün doktor. Aldığım havale kağıtlarına bakıp “Bunlar da doğumgünü hediyelerim” dedim. Sağlık sıkıntılarımdan dolayı altı senedir Fitness salonunda spor yapıyorum. Bütün bacak, diz, mide ağrılarım dindi ama baş ve boyun ağrılarım dinmedi. Son bir senedir şiddetli baş ağrısıyla ayrılıyorum Fitness salonundan. Antrenörler “Stresli bir hayatın varsa burda kendini daha fazla strese sokma” dedi. “Peki ne yapacağım stresle mücadele etmek için?” “Esneme hareketleri yap daha çok. Yoga da yapabilirsin” dediler. “Yani esnemek için ayda 60 Euro mu ödeyeceğim buraya? Yoga da yok. Bu da benim için ayrı bir stres” dedim gülerek. Tabi bir de senelik servis ücreti var. Diğer kadınların hayat tecrübelerini dinliyorum spor salonunda. Onlar nasıl mücadele ediyor stresle? Çocuklu yaşıtlarım spor yapmak için bile enerjileri olmadığını söylüyor. Ağrılarını dindirme ümidiyle Fitness´e geliyorlarmış. Tabi hepsi değil. Çocukluğundan beri spor yapanlar veya kırk yere yetişmek zorunda kalmayanlar zorlanmıyorlar. Bazı kadınlar “Çocukları okuldan annemle babam alacak” derken, bazı kadınlar yanında bir çocuk getiriyor. Anne bitkin bitkin spor yaparken, çocuğu telefonda oyun oynayarak onu bekliyor. 50 yaş üstü kadınları dinliyorum. 35-50 yaş arasını hiçbiri hatırlamak istemiyor. Hayatlarının en zor dönemini yaşamışlar bu yaşlarda. Kimileri mental çok yorulmuş. “Baş ağrımın olmadığı bir gün yoktu diyor” birisi. “Benim de” diye cevap veriyorum. Ama 50 yaşından sonra durmuş ağrıları. “Çocukların okullarını bitirdiğinde, işe başladığında ve evlendiğinde baş ağrıları diniyor” diyor gülerek. Kimileri iş hayatında çok başarılı olmuş. Pozisyonlu işlerde çalışmışlar. Ama kendi deyimleriyle annelik yapamamışlar. Kimi çalışmamış, kimileri belli bir yaştan sonra işi bırakmış, sadece çocuklarıyla ilgilenmiş. Çekinerek söylüyorlar çalışmadıklarını. Çalışmadıkları için toplum tarafından değersiz muamele görmüşler. Kimileri ise hem çocuklarını büyütmüş, hem çalışmış, hem de hasta anne babalarına bakmış. Yoğun tempoya dayanamayınca ağır hastalanmışlar. Hatta bazıları düşüp kalça kemiğini kırınca “Tamam, bu bir işaret, durma vakti geldi” diyerek durdurmuş kendini. Yöneticilik yapmış bir kadın. Kendi kurduğu iş yerinde 100 personel çalıştırmış. Şuan 80 yaşında. “Hayatımın dönüm noktası 39-40 yaşlarımdı” dedi. Aynı anda bir çok problemle karşı karşıya kalmış. İş yeri kapanmış, bir yere işe girmiş. Yöneticilikten işçiliğe geçiş yapmak onu psikolojik etkilemiş. O sırada çocukları da küçükmüş. Çocuklar sık sık hastalanıyor, o sık sık evde kalmak zorunda kalıyormuş. Ev-iş arası deliye dönünce işi bırakmış. “Evde kalabileceğim bir iş yapmalıydım” dedi. Evinin alt katına bir butik açmış. Çok fazla satış yapamasa da kendini idare ediyormuş. “Düştüğüm senelerdi o seneler” diyerek yorumluyor 40 yaşını. Şimdi ise şükrediyor 80 yaşında ağrısız yataktan kalkabiliyor olmasına. Beni de teselli ediyor ara ara: “Bu ağrıların hepsi geçecek. Bunlar üzerindeki yükün verdiği ağrılar” Geçenlerde okul arkadaşımın 60 yaşındaki annesiyle karşılaştık doktorda: “Aman kızım canınızın kıymetini bilin. Biz bilemedik, bakın ne duruma geldik. Çok çalıştık, hasta ettik kendimizi” dedi. “Çalışırken çocuklarınla kim ilgilendi?” dedim. “Türkiye’den bakıcı getirdim. Bizim evde yaşadı” dedi. “Ne zaman patlak verdi ağrıların?” diye sordum. “50 yaşından sonra” “Biliyor musun N. Teyze, biz sizin 50 yaşınızı 40 yaşımızda yaşıyoruz.” dedim. Bir başka doktorda arkadaşımın 60 küsür yaşındaki kayınvalidesiyle karşılaştım. “Neyin var teyze?” “Ne yok ki? Kalbimden defalarca ameliyat oldum. Hayatımın son 20 senesi hastanelerde yatarak geçti.” “Ondan önceki hayatın nasıldı?” “Çok çalıştık kızım. Ev işi, çocuklar, sorumsuz koca, iş derken çok yıprattık bedenimizi. Şimdi de doktor doktor geziyorum. Buraya da niye geldiğimi bilmiyorum. Kardiyolog gönderdi” “Peki bunları yaşamış biri olarak ne tavsiye edersin bizlere?” diye sordum. “Kendinize bakın kızım, bizim gibi olmayın” Acaba ben de bir gün çevremdeki gençlere doktorun bekleme odasında “Kendinize bakın kızım, bizim gibi olmayın” diyen bir teyze olur muyum diye düşünüyorum. Neyse düşün düşün hasta oluyoruz sonra. Partiye geçelim. Happy Birthday to me Geçmişte en sevdiğim şey sevdiklerime süpriz doğumgünü partisi organize etmekti. Son senelerde enerjim böyle süprizlere yetmediğinden sürpriz partileri bir süreliğine rafa kaldırmıştım. Meğer farkında olmadan çocuklarımı bu süprizlere alıştırmışım. İki senedir onlar hazırlıyor partileri. Beni odadan çıkarttılar. Biri odayı süslesi, diğeri Pizza hazırladı. Herşey hazır olunca doğumgünüme kimleri çağırdığımı sordular. ” Kimseyi ” dediğimde kızım anlam veremedi. Nasıl olur da doğumgününü arkadaşların olmadan kutlarsın?, dercesine sorular sordu. Dün akşam dedesi, anneannesi ve teyzesinin geleceğini öğrenince ”Keşke Derya teyze de gelseydi” dedi. Bir kez daha aynı cümleyi tekrar edince Derya teyzesine mesaj gönderdim ”Atla gel çocuklar seni bekliyor” diye. Atladı geldi. Oğlum ”Derya Teyze senin en yakın arkadaşlarından değil mi anne? Bütün partilerde var.” dedi. Partilerin en sevdiğim kısmı bu. Hem sevdiklerimizle bir araya geliyoruz, hem de çocuklarımızı bu ortamlarla tanıştırıyoruz. Senelerdir istek listemde beklettiğim oyunu almışlar. Çok zevkli bu oyun. Çok da motive edici. Söz veriyorum yeni yaşım, bu sene içimdeki çocukla yeniden buluşacak, yeniden Nintendo oynayacağım.
Çocuklara bir gülücük hediye et
Çocuklara bir gülücük hediye et 13 Kasım Dünya İyilik/Nezaket Günü. Yani World Kindness Day. Uluslararası kutlanan World Kindness Day, insanları birbirine daha nazik ve yardımsever olmaya davet ediyor. World Kindness Day Almanya’da Halloween kadar popüler bir gün olmasa da, haber siteleri bu günü gündem ediyor, insanları birbirine karşı daha duyarlı olmaya teşvik ediyor ve o gün yapılabilecek bazı fikirler paylaşıyorlar. Neler var bu fikirlerin arasında? Komşular için kek veya yemek yapmak, arkadaşınla buluşmak ve onu dinlemek, çevrenden bir kişiye yardım etmek, yaşlı bir komşunun evinin önünü süpürmek, iş arkadaşlarına ufak hediyeler hazırlamak, alışverişini yapamayan bir kişiye alışveriş teklifinde bulunmak gibi fikirler.. Devamını diğer sitelerde bulabilirsiniz. Bizim çocuklar okullu oldu. Önceden anaokulunda yaptığımız şeyleri artık okulda yapıyoruz. Geçen sene World Kindness Day’de oğlumun sınıf arkadaşları için kek yaptık. Blogun Almanca kısmında yaptığımız planı paylaşmıştım. Bu sene de buradan paylaşmak istedim. Bizimle birlikte sınıftaki çocuklara kek yapmak isteyenler için planımız şöyle: World Kindness Day hazırlıklarında neler yapılmalı? 1) Öğretmenlere önceden haber verilmeli Her iki öğretmene de mesaj yazdım. Mesajda vegan veya şekersiz beslenen ve herhangi bir alerjisi olan çocuk var mı diye sordum. Öğretmenler farklı beslenen çocuklar hakkında bilgi verdi. 2) Çocuklara uygun tarifler bulunmalı Kızımın sınıfında bir çocuk şekerli şeyler yememesi gerekiyormuş. Diğerinde ise laktoz intolerans varmış. Ona göre bir Thermomix tarifi bulduk. Dattel-Bananen-Muffins İnternette çok sayıda vegan tarif var. O yüzden burdan tarif paylaşmıyorum. Mrs. Flury’nin tarifleri güzel oluyor. Burada vegan bir kek tarifi var. Mrs. Flury, Vegane Schokoladen Muffins 3) Alışveriş Listesi oluşturmalı Alışveriş listesini çocuklarla birlikte hazırladık. Alışverişi onlar yapacak ve kendi harçlıklarıyla ödeyecekler. 4) Keklerin yapılacağı gün belirlenmeli 40-45 tane yapacağımız için keki yapacağımız günü önceden belirlememiz gerekiyor. Facebook Twitter Youtube Instagram Linkedin Ben normalde kekleri Kitchen Aid’de hazırlamasını daha çok seviyorum. Hamuru çırparken izlemek keyif veriyor. Ama bu kez kekleri çocuklar tek başına hazırlayacak. O yüzden Thermomix’i kullanacaklar. Geçen sene kekleri şeker hamuru ile süslemiştik. Bu sene kızımın sınıfındaki çocuk şeker yememesi gerektiği için şeker hamuru kullanmayacağız. Oğlumun sınıfında özel beslenen bir çocuk yokmuş aslında ama biz yine de her iki sınıfa şeker hamursuz hazırlayacağız. Gülen yüz yapmak için kullanmıştık şeker hamurunu. Sanırım bu sene meyveyle yaparız gülen yüzleri. Kek hazırlamamızın asıl amacı kekin üzerine takacağımız yazılar. Çocuklara özel “Gülümseme” ile ilgili 24 tane “Cupcake Topper” hazırladım. Buradan indirebilirsiniz PDF dosyasını. Emoji-Muffins-Topper
Çevrendeki mentörleri keşfet
Çevrendeki mentörleri keşfet Dün 13 sene önce Frankfurtta tanıştığım, kısa bir süre sonra yollarımız ayrıldığı için çok üzüldüğüm ve “Allahım inşallah yeniden buluşuruz” diye dua ettiğim kişiyle buluştum. Yeniden gelmiş Almanya’ya. Bu kez yaşadığım yere. Ne onun haberi vardı bundan, ne de benim. Altı ay kalıp dönecekmiş. Saatlerce yürüyüş yaptık, muhabbet ettik. Ara ara mekanlara girdik, çıktık. Kahve içerken bana İstanbul’u anlattı. Beyazıt’ı, Beyazıt’ın esnaflarını, Beşiktaş’ı. Sonra Kudüs’ü, İran’ı, Londra’yı. Ruhum onunla dünyayı gezip geri geldi sanki. Sonra yemek yedik tekne limanında. Uzun zamandır yapmak istediğim birşeydi. Meğer onun gelmesini bekliyormuşum. Ne kadar iyi geldi onu görmek. Rafa kaldırdığım ideallerimi hatırlattı. Yol boyu gülüştük. Çok özlemişim onun esprili yorumlarını. Sadece esprilerini de değil, gözlemlerini, analizlerini, hayat tecrübelerini, yazdığı yazıları. Ekşi Sözlük yazarıydı eskiden. Eminim kitap yazsaydı, en çok satılan kitapların arasına girerdi kitapları. “Sevgili Günlük” diye başlıyordu yazıları. Toplumsal gözlemlerini anlatıyordu. Heyecanla bekliyordum her yeni yazısını. Bloguna gitmek için tıkla. Onunla tanıştığımda yeni yeni blogculuk yapmaya başlamıştım. Kendini yazarak ifade eden biriyle tanışmış olmak hayatıma bir zenginlik katmıştı. O zamanlar bir iki kişi vardı çevremde yazı yazan ve yayınlayan. Onun kadar iyi yazan biri ise yoktu. Farkında olmadan bana mentörlük yapmaya başladı. Zamanla çevremdeki mentörlerden biri oldu. Şöyle bir dönüp bakıyorum etrafıma. Bir sürü mentör var çevremde. Herkes hem kendini, hem de çevresini geliştirmekle meşgul. Kimi okulda, kimi işyerinde, kimi politikada, kimi ise spor salonlarında çevrelerine mentörlük yapıyor. Belediyede çalışan bir arkadaşım Cuma akşamları bir grup genç kızla biraraya geliyor. Her buluşmada kendilerini keşfedecekleri çalışmalar yapıyor onlarla. Aynı zamanda onları iş hayatına hazırlıyor. Yaşadığı şehirde Müslüman mezarlığı açılmasına vesile olan doktor arkadaşım bir grup gençle mezarlığın bakımını yapıyor. Mentörlüğünü yaptığı gençlere sosyal sorumluluk almayı öğretiyor. Sabah öğretmenlik yapan bir arkadaş, öğleden sonra Almanya’ya yeni göç eden kadınları iş hayatına hazırlıyor. Bir başka arkadaş okuldaki öğrencilerine özel vaktini ayırıyor. Ne yapmak istediğini bilmeyen gençlerle gelecekleri hakkında konuşuyor. Yine bir öğretmen arkadaş sosyal medya paylaşımlarıyla öğrencilerine ulaşıyor. Akademisyen arkadaş çevresindeki üniversite öğrencilerine mentörlük yapıyor. Ve hepsi gönüllü mentörlük yapıyor. Her ne kadar herşeyi tek başına yapmak toplumda büyük alkış alsa da, aslında herkes herşeyi tek başına yapmıyor. Birçok insanın mentörü var. Kimi profesyonel destek alıyor, kimi özel hayatındaki mentörlerden destek alıyor. Kiminin annesi, babası, dedesi mentörü, kiminin okul arkadaşı, iş arkadaşı. Sen de kendine bir mentör bulabilir, destek alabilirsin. Gönüllü mentör bulmak çok zormuş gibi gözükse de, aslında değil. Gönüllü işlerin yapıldığı her yerde mentörler var. Orda yoksa okullarda, işyerlerinde var. Offline dünyada yoksa, online dünyada var.
Sen de 15 Kasım’da çocuklara kitap oku
Sen de 15 Kasım’da çocuklara kitap oku 15 Kasım 2024 Almanya’da Kitap Okuma Günü (Bundesweiter Vorlesetag). Stiftung Lesen, Die Zeit ve Deutsche Bahn Stiftung tarafından her sene Kasım ayının üçüncü Cuma Gününde düzenleniyor. Bu sene 21. kez düzenleniyor. Amaç, topluma çocuklara sesli kitap okumanın önemini hatırlatmak. Vorlesemonitor 2023 sonuçlarına göre ailelerin yüzde 36’sında çocuklara ya çok az ya da hiç kitap okunmuyor. Dr.Jens Brandenburg sonuçlar hakkında şöyle diyor: “Bu alarm verici derecede yüksek bir sayı. Kitap okunmayan çocuklar kitap okumayı çok daha zor öğrenir. Bu durum bütün eğitim hayatlarını negatif etkiler.” Kitap Okuma Günü aynı zamanda Almanya’nın en büyük Sesli Kitap Okuma Şöleni (Vorlesefest). Çocuklar biraraya geliyor. Hep birlikte farklı hayatlarla tanışıyorlar. Fantezileri ve kelime hazineleri gelişiyor, farklılıklarla yaşamayı öğreniyorlar. Birbirini tanımayan aileler birbirleriyle tanışıyor. Kitap Okuma Günü toplumu bileştiriyor. Dede torununa kitap okuyor 15 Kasım’da çocuklara nasıl kitap okuyabilirim? Anaokulları, ilkokullar ve kütüphaneler gönüllülerden gelecek teklifleri bekliyor. Yapman gereken tek şey, Okumak istediğin kitabı seçtikten sonra, yüz yüze veya E-Mail ile kitabı okumak istediğin yerle irtibata geçmek. Şimdiden, en geç 1 hafta içinde irtibata geçmen gerekiyor. Tatilde hemen hemen bütün kurumlar 1-2 hafta kapanmış olacak. Almancan yeterli değilse Türkçe veya bildiğin diğer dillerde kitap okumayı teklif edebilirsin. Göçmen kökenli ailelerin yoğunlukta olduğu bölgelerde kütüphanelerde Türkçe, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca da okunuyor. Bazı anaokulları ikidilli kitaplara da ilgi duyuyor. Aynı kitap iki dilde, iki kişi tarafından okunuyor. Bir kişi bir sayfa Almanca, bir kişi diğer dilde okuyor. Bu şekilde kitap okunan yerlerden çok olumlu geri dönüşümler geliyor. Çocuklar bütün hikayeyi anlıyor. Çok sayıda çocuğun Almanca bilmediği anaokulu ve okullarda Türkçe kitaplar olumlu karşılanmayabilir. Mümkünse bu teklifi çocukların dil problemi yaşamadığı kurumlarda yapabilirsin. Bazı bölgelerde Türkçe önem görmüyor. Böyle bölgelerde Türkçe’nin önem gördüğü derneklerle irtibata geçebilirsin. Dernekler de ilgi göstermiyorsa kendi evinde ‘Kitap Okuma Günü’ düzenleyebilirsin. Çocukların arkadaşlarını veya komşuların çocuklarını davet edebilir. Hatta bütün organizasyonu çocuklarına yaptırabilirsin. Davetiye hazırlayabilir, kitap okuma saatinden sonra ne yapmak istediklerini söyleyebilirler. Okuma yazmayı bilen çocuklar misafir çocuklara kitap okuyabilir. Bütün misafirler okuma yazmayı bilen çocuklar ise, hep birlikte bir kitabı sesli okuyabilirler. Arkadaş veya komşularının desteğiyle farklı dillerde de kitaplar okuyabilirsiniz. Kitap okuma saatinden sonra kitapla alakalı bir etkinlik yapabilir, farklı dillerde şarkılar söyleyebilir veya birlikte Waffle pişirebilirsiniz. Ben 15 Kasım’da okuldayım, sen nerdesin? Kitap Okuma Gününde çocuklarımın okulunda çocuk kitabım “Meryem feiert im Kindergarten das Ramadanfest” okuyacağım. Öğleden sonra ise evde Kitap Okuma Günü düzenleyeceğiz. Çocuklar küçük misafirler için davetiye hazırlayacak, okunacak kitabı seçecek ve bir etkinlik düşünecek. Sen Kitap Okuma Gününde (Vorlesetag) neler yapacaksın? Fikirlerini yorumlarda bizimle paylaşabilirsin. Vorlesetag 2019 Detaylarla alakalı Bundesweiter Vorlesetag sitesinden bilgi alabilirsin. Burayı tıkla.
Sen benim duamsın
Sen benim duamsın Geçtiğimiz günlerde mağazada eski bir arkadaşımla karşılaştım. Çok şaşırdım. Çok sevindim. Ayaküstü konuşup numaralarımızı verdik birbirimize. Bugün buluştuk. „O nasıl bir karşılaşmaydı öyle? Saniyelik bir andı.“ dedi. Aşağı inerken merdivenin kenarında görmüştüm onu. O an beş metre ilerde olsaydı görmeyecektim. Yirmi sene önce tanıştık. Yirmi dakika mesafede oturuyor, ara ara görüşüyorduk. İkimiz de yaşadığımız yerlerde kendimizi yalnız hissediyorduk. Çevremizde rol modellerimiz yoktu. İkimiz de okumak istiyor, yaşıtlarımızın ilgilenmediği konularla ilgileniyorduk. Sadece okul konuları değil. Göçmen kökenli çocuklar ve gençler, onların kişisel gelişimi, okul hayatı, problemleri, ihtiyaçları da giriyordu ilgi alanımıza. İkimiz de üniversite okumaya farklı şehirlere gittik. Ve bir gün koptu ilişkimiz. En son 2011’de görüşmüşüz. Seneler sonra o da benim gibi dönmüş büyüdüğü yere. Üç çocuğu olmuş. Annelik sürecini anlatırken sanki benim yaşadıklarımı anlatıyordu. Anne olduktan sonra hissettiklerimiz bile bekarlıktaki hislerimiz gibi aynıydı. „Ben ev hanımı olacak insan değilmişim“ dedi gülerek. Girdiği birçok ortamda tutunamamış. Konuşulan konular ilgisini çekmemiş. Eskiden olduğu gibi yine sık sık yalnız hissetmiş kendini. Ve bir gün yeniden üniversite okumaya karar vermiş. Aslında İslam Bilimleri mezunu. Bu kez öğretmenlik okumaya karar vermiş. Üniversitedeki ortam ona çok iyi gelmiş. Yeniden mezun olmak üzere. Ben de bazen sırf bu ortam için üniversiteye geri dönmek istiyorum. Bu sabah oturduk önce geçmişi, sonra toplumsal konuları konuştuk. Ben ona yaptığım işleri anlattım, o bana kendi yaptığı işleri anlattı. Dediki: ‘”Ben o günlerde senin bu konularla bir gün televizyona çıkacağına inanıyordum.” Ne kadar çok inanmışız birbirimize. Belki de birbirimize olan inancımızdı o günlerdeki motivasyon kaynağımız. Hala eskisi gibi capcanlı, cıvıl cıvıl. Hala çok idealist. Hala çok cesur. Öyle güzeldiki onunla muhabbet etmek. Enerjiyle doldum. Hiç bitmesin istedim bu sohbet. Sanki yirmi sene öncesine geri dönmüştük. “Sen benim duamsın”, dedim ona. “Seni kaybetmeyi hiç istemedim. Ama hayat şartları bir şekilde uzaklaştırdı bizi birbirimizden.” Çevremdeki insanları çok seviyorum. Bazılarını senelerdir yüzyüze göremiyor, sadece sosyal medyadan görüşüyorum. Ve her birinin “duam” olduğuna inanıyorum. Hayatıma duayla giren, duayla kalan insanlar. Eğer sen de yaşadığın yerde kendini yalnız hissediyor, Seni anlayacak, Ortak konuları konuşacak insanların özlemini çekiyorsan, dua et. Çok dua et. Belki seneler sürecek “Sen benim duamsın” diyeceğin insanla karşılaşman. Ama emin ol. Bir gün çıkıp gelecek. www.meryemundmaria.de Betül Özdemir
Ramazan’da Kindergarten’e kitap hediye et
Ramazan’da Kindergarten’e kitap hediye et Bugün bloguma maddi destek olan biri “Abla inşallah Ramazan sadakası niyetine geçmiştir” dedi. İyiki hatırlattı Ramazan sadakasını. Eğer Kindergarten’e veya Grundschule’ye (ilkokul) giden bir çocuğunuz varsa bu sene Ramazan’da kitap hediye edebilirsiniz okulun kütüphanesine veya Kindergarten grubunuza. Çeşitliliği anlatan çocuk kitapları hala çok az. Bazı Kindergartenlerde ise Müslüman ailelerin hayatını anlatan bir tane bile kitap yok. Weihnachtsspende diye bir gelenek var zaten. Aileler noelde Kindergarten’e bir sürü oyuncak, kitap hediye ediyor. Müslüman aileler de Ramazan’da aynısını yapabilir “Ramadanspende” adı altında. “Acaba yanlış anlaşılır mı?”, “Acaba ne derler?” gibi düşüncelerle kendinizi negatif etkilemenize gerek yok. Kimse yanlış anlamaz, kimse de birşey demez. Tam aksine çok da memnun olurlar. Ailelerin en fazla söz hakkına sahip olduğu bir yer varsa orası Kindergarten. Diğer yandan, pedagogların, eğitmenlerin en önemli görevlerinden biri çocukları geleceğe hazırlamak. Biz şöyle yaptık: Ramazan yaklaştığında gruba haber verdim. “Ramadanspende” vermek istediğimizi ama neye ihtiyaçları olduğunu bilmediğimi söyledim. Bir kaç gün sonra geri döndüler. Oğlumun Kindergarten’i için şöyle bir oyun aldık: Hammerspiel Kızımın Kindergarten’i ise yeterince paten olmadığını söylemişti. Onlara da şöyle bir şey almıştık: Rollschuhe Bir sene sonra Ramazan’a dair kitaplara ihtiyaçları olduğunu söylediler. O günden beri her sene “Ramadanspende” olarak kitap hediye ediyorum. Bu sene son Ramazan hediyemizi verip ayrılacağız Kindergartenden. Şimdiye kadar hediye ettiğim kitaplar şunlar: Meryem feiert im Kindergarten das Ramadanfest Neele und Betül erleben den Ramadan Wir haben Ramadanpost, in Rundumstark in allen Bildungsbereichen Wir basteln eine Gute Taten Box, in Rundumstark in allen Bildungsbereichen (bu sene hediye edeceğiz) (Son iki dergiye abone olmak gerekiyor. Tek bir dergi isteyenlere yazının yazarı olarak sipariş verebiliyorum.) Bunlar dışında Google’a “Ramadan Kinderbücher” yazarak farklı kitaplara ulaşabilirsiniz. Dattelbeere’nin Shop’unda da kitaplar bulabilirsiniz. Bu listede de sıraladığım kitap isimleri var: Linksammlung rundum den Ramadan Senelerdir tanıştığım bütün küçük çocuklu ailelere “Kindergarten’de çokkültürlü, çokdilli projeler yapıyorlar mı?” diye soruyorum. Bazı aileler bilmiyor. Bazı aileler “Hayır” diyor. Bazı aileler ise yapılanları yeterli bulmuyor. Yeterli bulmayan aileler Kindergarten’i destekleyip açıkları kapatabilir. Hediye edeceğiniz her kitap çocuklara okunduğunda çocuklar o konuları eğitmenleri ile konuşacak. Her kitap senelerce Kindergarten’de kitaplıkta duracak. Yirmi otuz sene sonra gelen çocuklara da okunacak. Sadece Kindergarten´e değil, şehrinizdeki kütüphanelere de hediye edebilirsiniz okunmasını istediğiniz kitapları. Kindergarten ve okullar kütüphanelerden de çok kitap alıyor. Hem onlar, hem de diğer aileler bir çok kitaba ulaşabilir Ramazan bağışınız sayesinde. Siz de bir gün torunlarınız olduğunda, kütüphaneye gider otuz sene önce hediye ettiğiniz kitabı elinize alır, torunlarınıza okur, bugünleri anarsınız onunla.. www.meryemundmaria.de Betül Özdemir www.meryemundmaria.de Betül Özdemir
Kindergarten neden çokkültürlü/çokdilli eğitimi destekleyen projeler yapmıyor?
Kindergarten neden çokkültürlü/çokdilli eğitimi destekleyen projeler yapmıyor? Sabah Kindergarten’e girdim. Erzieherin(eğitmen) benimle konuşmak istediğini söyledi. Ramazan hazırlıklarına başlamışlar. Biraz projeden bahsetti. Benden bir tane seccade getirmemi rica etti. Benimle konuşan kişi Frau F. kültürel projelerden sorumlu. Öyle dışardan proje yapmaya gelen biri değil. Ekipten biri. Kindergarten ekipten üç kişiye bu görevi vermiş. Bütün grupları sırayla gezip onları dünyayla tanıştırıyorlar. Yaşadığımız yeri çocuklara tanıtan da onlar. Volkshochschule (Halk Eğitim Merkezi) ile ortak çalışmalar yapıyor, haftada bir gün kütüphaneye götürüyorlar çocukları. Şimdi de sırada cami varmış. “Caminin içi nasıl?” “Müslümanlar nasıl ibadet ediyor?” göstermek istiyorlarmış. Konuşmaya şahit olan kızımın gözleri parladı. “Soll ich dir zeigen wie man betet?” (Nasıl namaz kılındığını göstereyim mi sana?) Frau F.’in oğlu bu hafta annesine göstermiş nasıl namaz kılındığını. Okulda din dersinde bu sene bütün dinleri anlatıyorlarmış. Çok hoşuma gitti bütün dinlerin anlatılıyor olması. Dört sene boyunca böyle olsa ben de çocuklarımı din dersine göndermek isterdim. Hatta keşke din ve etik dersi çocukları bölmeden anlatılsa Drei Religionen Grundschule de olduğu gibi. Börek de yapacaklarmış Kindergarten’de. Frau F.’nin Türk kültürüne olan ilgisini anlamak için özel hayatında Türk kültüründe yaşayan arkadaşları var mı diye sordum. Yokmuş. 35 yaşındaki Frau F.‘nin bu kadar farklı kültürlere ilgisi olmasına rağmen göçmen kökenli arkadaşının olmaması yaşadığımız yerin geçmişini az çok anlatıyor sanırım. Her sene birşeyler yapıyorlar Ramazan’da. Geçen sene hurmalı kek yaptılar. Bir grup keki yapıp hediye paketlerine koyup diğer gruba hediye etti. Gruplar kendi aralarında bayramlaştı yani. Ondan önceki sene de Türkiyeyi anlattılar çocuklara. Ramazan davulu yaptılar birlikte. Kurban Bayramında kuzucuk yaptılar. Ve günlerce çocuklarla bu konuları anlattılar. Çünkü bütün çocukların toplumu tanımalarını istiyorlar. Hemen hemen her hafta yeni bir konu işliyorlar. Düşünün ne kadar çok konu işlendiğini. Ne zaman bir fotoğraf paylaşsam şu soruyla karşı karşıya kalıyorum: Bizim Kindergarten neden böyle şeyler yapmıyor? Pekçok nedeni var aslında. Bazı yerlerde personel tembel. Ekstra bir iş yapmak istemiyor. Bazı yerler ise kırk sene önceki sistemle çocuk bakmaya devam ediyor. Hala çocukları cezalandıran kurumlar var mesela. Bazı yerlerde göçmen kökenli çocukların taşıdığı zenginliğe değil, standard çocuk eğitiminde ‘normal’ görülmeyen yönlerine odaklanılıyor. Zaten çocuk Almanca bilmeden Kindergarten’e başlamışsa aile birçok önyargının kurbanı oluyor. Almanca bilmeyen çocuk bir de hareketli bir çocuksa o çocuğun dili, dini, kültürü değil problemli davranışları konuşuluyor. Diğer yandan böyle yerlerde iki ilgili aile varsa, on ilgisiz aile oluyor. İlgili aileler ilgisiz ailelerin arasında kayboluyor. Hatta ilgili aileler zamanla kurumda küçümseyici davranışlar gördüklerinde geri çekiliyor, mümkün olduğunca iletişim kurmamaya başlıyorlar. Onlar da geri çekilince “çokkültürlülük”, “çokdillilik” projeleri yalan oluyor. Çeşitlilik projelerini önemseyen ama harekete geçemeyen müdürler ise diğer problemleri sıralıyor: Bütçe yok. Personel yok. Var olan personel hastalanıyor. Aynı anda bir kaç personel hastalandığın açığı kapatmak için gruplar birleştiriliyor. Çocukların birçoğu Almanca bilmiyor. Personel diğer kültürlere ilgi duymuyor. Göçmen kökenli personel bile yeni fikirler getirmiyor. Destek olan aile ya yok ya da çok az. Bunlar da benim gözlemlerim: 1-Çocuklarına Almanca öğretmeyen aileler bu görevi Kindergarten’e bırakıyor. Gruplarda Almanca bilmeyen çocukların sayısı arttığında ekip motivasyonunu kaybediyor ve ekstralarla uğraşmıyor. 2-Alman kültürüne ilgisiz davranan, etkinliklere katılmayan aileler, kendi yaşadıkları kültürün de önemsenmemesine neden oluyor. 3-Ailelerin bir kısmı “Vielfalt”, “Diversity”, “Inklusion”, “interkulturelle Erziehung”, “interreligiöse Erziehung” gibi terimlerin ne manaya geldiğini anlamıyor veya önemsemiyor. 4-Bazı aileler için 2-6 yaş dönemi çok da önemli bir dönem değil. Kindergarten’i oyun parkı gibi görüyor. Duvarda asılı mektuplar dışında hiçbir şeyden haberi olmuyor. Hatta bazı ailelerin o mektuplardan da haberi olmuyor. 5-Göçmen kökenli aileler “çeşitlilik” konusunda Kindergarten’i desteklemiyor. Bazı kurumlarda sadece Ramazan Bayramında şeker, kek, poğça gönderiyor aileler. Bu da yeterli değil. 6-Bundan 15-20 sene önce yaşanmış olaylar bugün yaşanmış gibi anlatılıyor etrafa. Bir başkasının olumsuz tecrübesinden olumsuz etkilenen aile kendine şans tanımıyor. “Zaten yapmamışlar, zaten yapmayacaklar” deyip geri çekiliyor, talep bile etmiyor. 7-Bazı ailelerde yanlış anlaşılma korkusu var. Belki de dışlanma veya kendini ifade edememe korkusu. 8-Bazı aileler Kindergarten‘de farklılıklarının dikkat çekmesini istemiyor. Ama evde çocuklarına “Biz Alman değiliz, Türküz” , “Biz onlar gibi değiliz” gibi cümleler kuruyorlar. Onlar kim, biz kim? Madem “onlar” gibi değil çocuk, neden Kindergarten’de “onlar” gibi? Toplumda sürekli “onlar” gibi olan çocuk, sürekli uyum sağlayan çocuk bir gün “Ben kimim?” dediğinde bu soruyu nasıl cevaplayacak? Tiktok’ta gençler bu konularda dertleşiyorlar birbirleriyle. Dinlemenizi tavsiye ederim. 9-Bazı kişiler kendi görüşlerini başkalarının görüşlerinden daha değersiz görüyor. Çocuğunun gelişiminde Kindergarten tarafından eksik bırakılan kısımları görse bile dile getiremiyor. Hele bir de konu din ve dil ise. Küçümsenmekten ve dışlanmaktan korkuyor belki de. (Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Lütfen siz de ekleyin gözlemlerinizi yorumlara.) Her ne kadar aileler kendilerini “Biz Türkler”, “Biz Müslümanlar”, “Biz göçmenler” gibi gruplaştırsa da aslında onları bu etiketler birleştirmiyor. İlle etiketleyeceksek şöyle etiketleyelim: İlgili aileler, ilgisiz aileler Aktif aileler, aktif olmayan aileler Değişim isteyen aileler, değişim istemeyen aileler Konuşan ama harekete geçmeyen aileler, konuşan ve harekete geçen aileler “Ben neler yapabilirim?” diyen aileler, “Banane ya” diyen aileler Aşağıdaki kısım “Ben neler yapabilirim?” diyen aileler için… Ben neler yapabilirim? “Benim Almancam iyi değil” deyip geri çekilmenize gerek yok. Bazen davranışlarınızla da anlatabilirsiniz önemsediğiniz şeyleri. Kindergarten’in önemsediği ve sizin önemsediğiniz özel günlerde çocuklara birşeyler götürebilirsiniz. Zamanla ekip önemsediğiniz günleri fark ediyor ve daha hassas olmaya başlıyor o günlerde. Ramazan’da “Ramazan bağışı” yapabilir, Bu konularda kitaplar hediye edebilirsiniz. Bütün etkinliklere katılmalı, yardım etmeli, diğer ailelerle tanışmalısınız. Tanıştığınız herkes fikirlerinizden haberdar olacak. Bazı insanlar “Hiç böyle düşünmemiştim” diyor anlattıklarınızı duyunca. Zaten genelde küçük çocuklu ailelerle konuşulan konu “çocuk eğitimi” oluyor ve bir şekilde konu çokdilliliğe, çokkültürlülüğe geliyor. İnsanlar merak ediyor evde ne yiyip içtiğinizi 🙂 Mümkünse Elternbeirat’a (Aile Birliği) girin. Ben girmedim çok yoğun olduğum için. Sosyal medya paylaşımlarıyla gündem ediyorum önemsediğim konuları. Önceden Instagram’dan, şimdi Whatsapp’den. Siz de sosyal medyayı kullanabilirsiniz gündem etmek istediğiniz konularda. Motivasyonunuzu kaybetmemek için sosyal medyadan bu konuları gündem eden kişileri takip edebilir, çevrenizle fikir alışverişi yapabilirsiniz. Bizim Kindergarten kapıya bir kutu koymuştu. Herkese çocukların evde yaşadığı kültür ve konuştuğu diller sorulmuştu. Biz de yazıp attık kutuya. Belki müdürünüze bu fikri anlatabilirsiniz. Bir de size önemsediğiniz noktalar sonulduğunda muhakkak önemsediğiniz bütün konuları yazın. Örneğin şöyle: Mehrsprachigkeit, interkulturelle/interreligiöse Erziehung, Medienkompetenz, Resilienz, Inklusion. Diğerlerini (Selbstkompetenz, Sozialkompetenz, Sachkompetenz etc.) zaten her Kindergarten önemsiyor. Mücadele ederken zaman zaman kendinizi yalnız da hissetseniz yalnız olmadığınıza…
Sen Fasching mi kutluyorsun?
Voriger Nächster Sen Fasching mi kutluyorsun? Almanya‘da bugün karnaval kutlamaları sona erdi. Bugün Aschermittwoch. Bir çok kişi bugünden itibaren Ostern’a (paskalya) kadar oruç tutacak. Kimi et yemeyecek, kimi çikolata. Kimi alkolden uzak duracak, kimi şekerli içeceklerden. Kimileri ise sosyal medyadan ayrılacak. Karnaval döneminde neler oldu? İşyerinde başladım karnaval kutlamaya. Grup çalışması yaptığım kadınlara karnavalı anlattım. Meğer hiçbiri bilmiyormuş detayları. Sadece kostüm giyildiğini biliyorlar. İlk karnaval kutlamalarına kızımın yaşlarında (4-5 yaşlarında) katıldım. Babamın güreş kulübünde. Her anı hatırlamasam da annemin eliyle ördüğü beyaz etek ve kazağı hatırlıyorum. Hem kardeşimin üzerinde, hem de benim. Sanırım bizim kostümümüz oydu. Gözümün önüne geliyor bir sahne: Salonda müzik çalıyor. Çevremdeki insanlar gülümseyerek birbiriyle konuşuyor. Gülümseyenlerden biri de babam. Biz çocuklar sandalyelerin etrafında dönüyoruz. Bir de kendi etrafımda dönüyorum. Eteğim dönsün diye. Müzik durduğunda sandalye kapıyoruz. Hiç kostüm giymesem de kızımın kostümlerine olan ilgim buradan geliyor belki de. Yeter ki o etek dönsün. Kinderfasching “Mümkünse evden çıkmak istemiyorum” dediğim bir dönemde karnaval geldi. Önce günlerce “Çocuklarla kutlamaya gitsek mi, gitmesek mi” diye düşündüm. Oğlumun gelmeyeceği zaten belliydi. Kızım ise kostüm giymeyi, kostüm giyen arkadaşlarıyla dans etmeyi seviyordu. Kızımı Kindergarten’den aldım. Kutlamanın yapılacağı salona yürürken içimden geçen ses: “Eve gidelim dese de eve gitsek.” Girdik içeri. Kapıda oturan amcayı gördüğümde yanımda para olmadığını hatırladım. Hiçbir zaman yanına para almayan biri olarak önce kendime kızdım: “Yanında para taşımayı öğren artık” Sanırım bu öğrencilikten kalma bir alışkanlık. İnsan o kadar alışıyorki cüzdanının boş olmasına. Diğer yandan Paypal ve banka kartıyla ödemek bana daha pratik geliyor. O an eşimi arayıp ‘Bize para getir’ derken arkadaşım Diana ile gözgöze geldim. Hemen kalktı ayağa. Bana para verdi. İçeri girdik, yer yok. Oğlu dans pistinde olduğu için onun yerine oturttu beni. Kına gecelerine geç gelip çocukların yerini kapan teyzeler gibi hissettim kendimi. O da kına gecelerine erkenden gidip sandalyeleri çanta ve ceketlerle dolduran teyzeler gibi kutlamaya başlama saatinden 30 dakika önce gelmiş. Hemen aç olup olmadığımızı sordu. Yanımda para olmadığını bildiği için “Yemekleri birlikte alırız” dedi. Bu anı yaşamak, bana bir kez daha farklı kültürlerle ilişki kurmanın hiç de zor olmadığını hatırlattı. İstese beni görmemezlikten gelebilir, uzaktan el sallayıp kalkmayabilir, borç vermeyebilir, yanındaki sandalyeyi çocuğuna ayırmaya devam edebilir, kendi imajını düşünüp başörtülü bir kadınla yanyana oturmak istemeyebilir, yemeğimi ödeme teklifinde bulunmayabilirdi. Sonuçta çocuklarımız üzerinden tanışmıştık. Kindergarten’den ayrılan çocuklarımızla birlikte yollarımız da ayrılabilirdi. Ama o irtibatımızın kopmaması için sürekli mesaj yazıp “Bu hafta görüşelim mi?” demeye devam etti. Bu şekilde ilişkimiz altı seneyi devirdi. Para konusunda „Arkadaşsınız olacak o kadar“ diyeceksiniz belki de. Geçmiş senelerde bu motivasyonla verdiği borçları geri alamamış biri olarak “Bir zahmet böyle arkadaşlık olmasın” diyeceğim bu sözünüze. Herkes borcunu ödesin:) 2 Euro bile olsa. Zor durumda istenen para başka, karşı tarafın ısmarladığı kahve başka, karşılıklı sırayla ödenen hesaplar başka. Masaya oturduğum gibi verdiği borcu Paypalla ödedim. Önce 2 Euro. Sonra içecek için yeniden 2 Euro. “Du bist einfach zu digital” (Çok dijitalsin) dedi bana. Arkadaş kedi olmuş. Diğer anneler ise aslan, kaplan. “Ben kostüm giymedim. Yeterince dikkat çekiyorum zaten başörtümle” dedim, güldüler. Yine koca salonda tek başörtülü kadın bendim. Ama kendimi hiç tuhaf hissetmedim. Kimse somurtmadı. Kimse “Bunun ne işi var burda” der gibi bakmadı. Zaten bir çok aileyi spor kulüplerinden, müzik okulundan, Kindergarten’den tanıyordum. Sadece gülümseyen ve birbiriyle iletişim kuran yüzler gördüm. İnsan yaşadığı yerde ne kadar çok ortamlara girip çıkıyor, ne kadar çevresiyle iletişim kuruyorsa o kadar oralı oluyor aslında. Ve ne kadar oralıysa o kadar sosyal hayata dahil oluyor. Çünkü girip çıkacağı yerlerde tek başına bir masada oturmayacağını biliyor. Ki tek başına da oturabilmeli insan. Çocuklar pistte sahne gösterilerini izledi, biz ise dakikalarca sağlıklı beslenme, spor, sosyal aktivite ve okul muhabbetleri yaptık. Bir ara dans hakkında konuştular. Pek ilgi alanıma girmediği için onlar konuştu ben dinledim, dans kültürüm gelişti. Sonra dans pistine çıkıp kızımla arkadaşlarını izledim. Sık sık evimize gelen kızlar hepsi. Kindergarten’de son seneleri. Bazı kızlarla ayrılacak yolları. Bazılarıyla bir kaç sene daha devam edecekler birlikte olmaya. Sonra? Acaba nereye kadar devam edecek arkadaşlıkları? Çevremde herkes “Ergenliğe kadar” diyor. “Sonra kendileri gibi insanlar arayacaklar çevrelerinde” diyorlar. “Kendileri gibi” olan gençler nasıl gençler olacak? Acaba çokkültürlü ve çokdilli yetişen gençler mi “Kendileri” gibi olacak yoksa Türkçe konuşan Müslüman gençler mi? Acaba bizim yaşımıza geldiklerinde ne hissecekler? Nasıl hatırlayacaklar bu günleri? Ben hala kendimi 5 yaşında dans pistinde diğer çocukların koluna girmiş bir çocuk gibi hissediyorum. Farklı din ve kültürlerle iletişim kurduğumda hayatta kalıyorum. Ama ne zaman yaşadığım ülkenin kültürel etkinliklerime dahil olsam Müslüman çevremden birileri çıkıp “Sen Fasching mi kutluyorsun?”, “Sen Halloween mi kutluyorsun?”, “Sen Weihnachten mi kutluyorsun?” diye soruyor. Ben insan ilişkilerimi kutluyorum. Betül Özdemir www.meryemundmaria.de
“Biz Halloween kutlamıyoruz”
“Biz Halloween kutlamıyoruz” Haftaya Halloween. Yine her yerde karşıma kötü kötü bakan kabaklar, iskeletler, hayaletler çıkıyor. Çevremde birkaç aile büyük Halloween partilerine hazırlanıyor. Bizim Halloweenle yıldızımız hiç barışmadı. O yüzden hiç hazırlık yapmadım. Taa ki iki sene öncesine kadar… Halloween’de zil çaldı. Kapıda duran iki kız: “Süßes oder Saures?” Allahım ne vericem şimdi ben bu çocuklara? Evinde pek şeker çikolata bulundurmayan biri olarak artık ne bulduysam verdim. Oysa kapımızda da bir kabak da yoktu. Sonra anladımki, bizim sokakta kimsenin kapısında kabak yokmuş. Ne yapsın çocuklar, kabak olsa da olmasa da zile basacaklarki şeker toplayabilsinler. Oğlum okula başlayınca Halloween’de kapı kapı gezildiğini öğrendi. İkinci sınıfta o da arkadaşları gibi şeker toplamak istedi. Kostümünü giydi ve çıkmadan şöyle dedi: Ama anne ayıp değil mi zile basıp şeker istemek? Kardeşiyle tek başına gitmeye cesaret edemeyince “Aa bakın teyzeniz gelmiş. Hadi teyzenizle gidin.” dedim. Kendim gitmek istemedim. Sanırım kendim gibi hazırlıksız, mahcup olacak bir komşuyla karşılaşmaktan çekindim. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Pek çok komşu hazırlıksız yakalandığını söylemiş. Hatta bir komşumuz şöyle demiş: “Biz Halloween kutlamıyoruz.” Aaa dedim bu ben. Yani iç sesim. Ben kapıya gelen çocuklara bunu demesem de diyenler varmış. Komşum Müslüman değil. Göçmen kökenli değil. Yaşlı da değil. Çocukları 6. ve 1. sınıfta olan bir baba. Çok yakından tanımıyorum kendisini. Sadece akademik başarılarından haberim var. Profesör olmak üzere. Çocukları olmasına rağmen dahil olmuyorlar Halloween kutlamalarına. İstese bir paket şeker alamaz mıydı o akşam? Alırdı. Ama kökten çözüyor meseleyi. “Biz Halloween kutlamıyoruz” ne demek? Önümüzdeki senelerde de kapımıza gelmeyin demek 🙂 Kaba mı? Değil bence. Çünkü herkes herşeyi kutlamak zorunda değil. Çocukların bunu görmesi de iyi oldu. En azından “Biz neden Weihnachten (noel) kutlamıyoruz?” sorusuna verdiğim “Çünkü herkes herşeyi kutlamıyor” cevabının pratikteki versiyonunu görmüş oldular. Her ne kadar Halloweenci bir anne olmasam da geçen sene zile basacak çocuklara hazırlık yaptım. Sadece iki çocuk geldi. Bizim sokağın yarısı yaşlı, yarısı ise çocuklu. Çocuklu aileler ya Halloween kutlamıyor ya da o akşam evde değiller. Bu sene ise özel paketler hazırlamadım. Marketten üzerinde kabak resmi olan çubuklu çikolata aldım. Halloween’de oğlum sınıf arkadaşının evindeki partiye davetli. Kızım ise haftasonu Kindergarten arkadaşlarının gideceği partiye gidecek. Çocuklar küçükken kararı ben veriyordum. Ama artık onlara soruyorum. „Kostüm giymek istiyor musun?“ “Arkadaşın davetiye gönderdi. Partiye katılmak istiyor musun?” “Arkadaşların sokakta şeker toplayacakmış. Sen de toplamak istiyor musun?” Her ne kadar Halloween’i sevmesem de, çocukların Halloween dönemine eşlik ediyorum. Halloween’i neden sevmiyorum? Çünkü benim için hiçbir anlamı yok. Halloween geleneği inancımla örtüşmüyor. Çünkü kaldıramıyorum. Başım ağrıyor kokular, görüntüler, sesler birbirine karışınca. Kalabalıktan baş ağrısıyla ayrılıyorum. Çünkü kostüm almaktan bıktım. Şimdiye kadar Fasching’de kostüm alıyordum çocuklara. İki senedir Halloween çıktı bir de başıma:) Oğlum hala çirkin sembolleri sevmediği için Fasching’de giyebileceği kostümler giyiniyor Halloween’de. Geçen sene Spiderman kostümü giydi, bu sene de Power Ranger kostümü giyecek. Çünkü jelatinli şekerleri ayırmaktan bıktım. Geçen sene topladıkları şekerleri önce koltuğa döktürler. Yiyemeyecekleri şekerleri ayırdık. Yerine dolaptan alternatifler koydum. Çünkü semboller çok çirkin. Bilinçaltıma çirkin görüntüler yerleştirmek istemiyorum. Mesela şuan gözlerimi kapattığımda çirkin çirkin bakan bir kabak görüyorum. Çünkü günlerdir çirkin Halloween süslerini izliyorum sağda solda. Oysa gözlerini kapattığında denize vuran güneş ışığını izleyen, dağlara kollarını açan, şelale seslerini dinleyen, bedenime çarpan rüzgarı hisseden biriyim. Yaşam kaynaklarımla olan bağımın farklı görüntülerle zedelenmesini istemiyorum. Süslenmek üzere ziyan edilen kabaklar canımı acıtıyor. Halloween dekorlarını bir kutuya kaldırıp her sene kullanan insanlar olsa da çevremde, her sene yeni alanlar da çok. Eskiler nereye gidiyor? Çöpe atılmadığını ümit ediyorum. Kul hakkında girildiğini düşünüyorum. Herkesin dahil olmadığı bir kutlamaya herkes dahil ediliyor. Arabaları ketçap mayoneze bulamak kul hakkı. Birbirini korkutmak kul hakkı. Oğlum 4 yaşındayken gezmeye gittiğimiz şehirde Halloween kutlayanlar sokaktaydı. Yanımızdan geçen Scream maskeli biri eğilip oğlumu korkutmuştu. Ağlayınca çok öfkelenmiştim. Bu nasıl bir eğlence şekli? Çocuklar Halloween’in gerçek manasını henüz bilmiyor. Birçok çocuğun da bildiğini düşünmüyorum. Zamanla öğrenecek ve Allah’a inanan insanlar olarak kendimizi kostüm giyerek hasbi ruhlardan korumadığımızı anlayacaklar. Şuanda onları çeken şey, 1) Arkadaşlarıyla eğlenmek 2) Şeker, çikolata toplamak Bazı anne babalar bu tarz alışkanlıkların çocuklarına zarar verdiğini düşünüyor. Bazı anne babalar ise sadece eğlence olarak görüyor. Herkes farklı düşünüyor Halloween hakkında. Herkes farklı kararlar alıyor. Çokkültürlü, çokdinli, çokdilli bir toplumda yaşıyoruz. Çokkültürlü yetişmiş aileler baskın bir kültürle yetişmiş aileler tarafından yargılanmamalı. Baskın bir kültürle yetişmiş ailelerin korkuları çokkültürlü aileler tarafından ayıplanmamalı. Almanya’da sosyalleşmiş Türkiye kökenli insanlar, Türkiye’de sosyalleşmiş insanlarla kıyaslanmamalı. Birbirimizin yaşam tarzlarına ve tercihlerine saygı duymak zorundayız. Kutlamak isteyen kutlasın, kutlamak istemeyen kutlamasın. UPDATE! Bugün 31 Ekim 2023 Çocukların Halloween kutlamaları bitti. Neler oldu bu akşam? Oğlum ve kızım Power Rangers kostümleri giydi. Oğlum 17’de arkadaşının evindeki partiye gitti. Parti yapan annenin ricası üzerine Halloween kurabiyeleri hazırladım çocuklara. Oğlum döndüğünde önce evde oyun oynadıklarını, sonra yolda yürüyüş yaptıklarını anlattı. 12 çocuk, 4 yetişkin. Zile bastıkları pek çok ev şekerlerin bittiğini söylemiş. Pek şeker toplayamamışlar. Yolda korkunç kostümlü yetişkin insanlar görmüş. Eve geldikten sonra odasında tek başına yatmak istemedi. Halloween’in en sevmediği kısmı korkunç kostümlermiş. Benim de.. Kızım çok sevdiği bir arkadaşını davet etti. Babasıyla birlikte geldiler. İki kız ve babalar çıktılar dışarı. Bu kez bizim sakin sokakta değil, hareketli sokaklarda yürümüşler. Bir sürü şekerle döndüler eve. Döktük bütün şekerleri masaya. Jelatinlileri ayırdık. Geriye neredeyse üçte biri kaldı. Fotoğrafı Whatsapp’de paylaştım. Bir kaç anne ‘Biz de ayırdık jelatinlileri, geriye hiçbir şey kalmadı’ yazınca, bir anneye şöyle yazdım: Seneye arabayla Müslüman ailelere götürücem çocukları. Bazı konularda çözüm yolu bulmalıyız. Çocuklarımız Halloween’de şeker toplamak istiyorlarsa toplasınlar. Ya her sene eve getirdikleri şekerleri ayırmakla uğraşacağız ya da Halloween’e dahil olan Müslüman çevremizin zilini çalacağız. En azından çocukların poşetlerine yiyebilecekleri şeker, çikolatalar girmiş olur. En azından her sene jelatinli şeker ayırmak ve çocuklara tekrar tekrar “Bunu yemiyoruz. Bunu da yemiyoruz. Bunu da, bunu da, bunu da yemiyoruz.” demekten kurtuluruz. Kızım şekerlerle eve geldikten sonra Halloween heyecanı bitti. Hemen çıkartmak istedi kostümünü. Misafir kızımız zaten kostüm giymemişti. Onunla oyun oynadılar. Jelatinli şekerleri koymuşlar kapının önüne. Üzerine bir not yazmış misafir kız. Bir süre gelecek çocukları beklediler. Ama kimse gelmedi 🙂 Giderken jelatinli şekelerini yanında götürdü. Sınıfında arkadaşlarına dağıtacakmış. Bir Halloween macerası daha bitti. Şimdi sırada “Warum feiern wir kein Weihnachten?” (Biz neden…
“Entegre olmamız lazım”
Entegre olmamız lazım Almanya’ya 20 sene önce göçmüş bir anneyle toplumsal konuları konuşuyorduk. Farklı inançlar, farklı diller, farklı kültürlere mensup ailelerde yetişen çocukları, toplumda kabul gören ve görmeyen noktaları konuşurken “Entegre olmamız lazım” dedi. “Birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım.” dedim. Hepimiz bir yerlerde karşılaşıyoruz bu terimle. Herkes farklı hissediyor, farklı yorumluyor. Benim için pek de bir şey ifade etmiyor “Entegrasyon” Bürokratik işlerini tek başına halledebilen biri entegre olmuştur Almanya’ya. Müslüman olmak, Göçmen kökenli olmak, Başörtüyle sokağa çıkmak, Çocuklarla Türkçe konuşmak, Çocuklara mantı, sarma yedirmek, Weihnachten (noel), Ostern (Paskalya) kutlamamak, İnandığın değerleri yaşamak entegrasyona engel değil. Arkadaş seçimi, ortam seçimi, yemek seçimi ise kişisel tercihler. “Entegrasyon” dayatmasıyla yapılabilecek tercihler değil. Türkçe konuşan insanlar Türkçe konuşan insanların arasında kalıyorsa, o ortamlarda Türk mutfağından yemekler pişiriliyorsa, onları entegre olmamakla suçlamak yerine, seçimlerini anlamaya çalışmak gerekiyor. Belki de dikkate alınmadıkları için girmiyorlar farklı ortamlara. Belki de ortamlar yeterince renklenmediği için. Belki de soru cevaplamaktan bıktıkları için. Bir tanıdığım anlatıyor. Müslüman değil kendisi. Büyük bir program yapmışlar yaşadıkları yerde. Dernek çorba hazırlamış davetlilere. Çorbanın içinde tavuk olunca Müslüman misafirler yememiş. Dernekteki arkadaşlarına “Bu çorba tavuksuz olmuyor muydu?” demiş. “Madem bir arada yaşamak istiyoruz, birbirimizi dikkate almak zorundayız” dedi. Onun gibi düşünen pek çok insan olsa da toplumda, düşünmeyen de hayli fazla. Bu durumda geriye birçok insan için üç seçenek kalıyor: 1) Dikkate alınmadığın ortamlardan uzaklaşmak. 2) Dikkat çekmeyen konuların dikkat çekmesini sağlamak. 3) Ortama uyum sağlamak. Ben ikinci seçeceği seçen birçok kişiden biriyim. Girip çıktığım her ortamda dikkat çekmeyen konuları gündem ediyorum. Gündem ettikten sonra hala önemsenmiyorsa gitmiyorum. Ama genelde önemseniyor. Neler önemsendi şimdiye kadar? Beslenme şeklimiz Çocuklar 3 yaşından beri arkadaşlarının doğumgünlerine katılıyor. İlk davette açıkladım beslenme şeklimizi. Sadece domuz eti yemediğimizi ve alkol kullanmadığımızı düşünen pek çok kişi bu şekilde “Helal beslenme” ile tanıştı. Namaz vakti Oğlumun arkadaşlarının anneleri her hafta akşam namazı vakti evde buluşmak istiyordu. Önce saatini değiştirmeye çalıştım. Olmadı. Sonra açıkça dedim ki: Ben bu saatte namaz kılıyorum. Ya sizin evinizde de namaz kılıcam ya da biz kışın katılamayız bu buluşmalara. Arkadaş “Nerede istersen kılabilirsin” dedi. Ramazan Ayı Aslında Ramazan ayını evinde sakin geçirenlerdeniz. Ama çocuklar için olabildiğince gündem ettim Ramazan’ı sosyal medyada, Kindergarten’de ve okulda.. Çok da olumlu geridönüşümler aldım. Diğer yazılarda anlattığım için tekrar anlatmıyorum. Mahremiyet Bir arada geçirdiğimiz vakitlerde çocuklar WC’ye girdiğinde kapıları açabiliyor, birbirlerinin yanında pantolonlarını indirebiliyordu. Her anneyi bu durum rahatsız etmese de ben fikrimi söyledim: Tuvaletin kapısını açmayın lütfen. Bu şekilde oyun oynanmaz. Bazı tercihlerimi anlamakta güçlük çeken arkadaşlar bazen “Çok baskı yapmıyor musun?” dediler. “İki yaşından önce çocuğuna şeker vermemek de baskı o zaman. Altı aylık bebeğe dondurma versen yer. Ama vermiyoruz. Öğle yemeği yerine cips yemek isteyen çocuğumuza da cips vermiyoruz. İlerde kendi tercihlerini kendi yapacak. Ama şuan annesi olarak yaşam tarzımızı öğretiyorum. Bize de ailelerimiz öğretti. Demekki baskı yapmamışlarki biz hala önemsiyoruz böyle şeyleri.“ İslami konular nadiren masamıza konu oldu. Ben ilgisiz davranınca çok uzamadan kapandı. Genelde iş hayatımızı, dünya ve Almanya gündemini, ortak değerleri, çocukların hayatlarında olan şeyleri konuşuyoruz. Bazen göçmen kökenli olmak, Müslüman olmak insanın içinde “Kendimi anlatmalıyım” duygusu oluşturuyor. Kimse kimseye kendini anlatmak, sorulan soruları cevaplamak zorunda değil. Karşılıklı oluyorsa olabilir. Kimse bir başkasının yaptığı hatanın yükünü üzerine alıp “Aslında biz Müslümanlar öyle değiliz” açıklamalarına girmek zorunda değil. Hayatımıza giren insanlar da buna şahit oluyor zaten. Çevrem beni tanıyarak önyargılarını aştı, Ben de onları tanıyarak önyargılarımı aştım. Karşılıklı saygı gösteriyoruz hayatlarımıza. Beslenme konusunda beklediğim anlayışı, çocuklarına birşey yedirmeden önce onlardan izin alarak ben de onlara gösteriyorum. Fotoğraf çekmeden önce “Fotoğraf çekebilir miyim?” deyip izin alıyorum. Çocuklarını dijital yetiştirmeyen aileler geldiğinde aletleri ortadan kaldırıyorum. Glutensiz beslenene glutensiz kek yapıyorum. Asitli su içenler için (biz içmesek de) asitli su alıyorum. Kafeinsiz kahve içenlere kafeinsiz kahve, süt kullanmayanlara bitkisel sütler alıyorum. Birlikte geçireceğimiz saatlerde ne yapacaksak ona göre onların da fikrini alıyorum. Ben onların fikrini aldıkça, onlar da benim fikrimi alıyor. Hassasiyetlerini dile getiremediklerini söyleyenler soruyor: “Nereden geliyor bu cesaret?” Gerçekten bilmiyorum. Kendine sürekli soru soran biriyim. Sanırım kendime verdiğim cevaplar cesaretimi arttırıyor. İsterseniz siz de sorabilirsiniz bu soruları kendinize: Ben kimim? Beni ben yapan ne? Nasıl yetiştim, nasıl geliştim? Nasıl sosyalleştim? Toplumdaki rolüm ne? İnsanlar benim hakkımda ne düşünüyor? Düşüncelerimi etkileyenler kimler? Ben kendim hakkında neler düşünüyorum? Herkesin yaşadığı çevre, karşılaştığı problemler farklı. Biz Müslümanlar hakkında çok olumsuz konuşulmayan ama ona rağmen yeterince dikkate alınmayan bir yerde yaşıyoruz. Belediye başkanımıza göre göçmen kökenliler şehre geldiği günden beri yerellerle iyi anlaşıyor. Bazı yerlerde toplum birarada yaşadığı için ilişki kurmak daha kolay oluyor. Bazı yerlerde ise tam tersi.
“Çocuklarıma Allah‘ı anlattım”
Çocuklarıma Allah’ı anlattım Çevremdeki annelerin tecrübelerini önemsiyorum. Konu çocuklardan açıldığında soruyorum sorularımı: Sen neler yaşadın çocukların küçükken? Nasıl anlattın farklılıkları onlara? Kindergarten’de neler yaşadınız? Okulda neler yaşadınız? Dikkat çekmeyen konularda neler yaptın? Nasıl konuştun öğretmenlerle? Bir kaç gün önce böyle bir muhabbetim oldu tecrübelerine güvendiğim bir ablayla. Elli yaşlarında. Almanya’da yetişmiş. Çok iyi derecede Almanca da konuşuyor, Türkçe de. Kendini Türk hissettiği kadar Alman hissediyor. Çok kitap okuyan, kendini sürekli geliştiren biri. Güçlü bir kadın. Kendinden emin. Çekinmeden ifade edebiliyor kendini. Sadece kendi gibi düşünen insanların içinde yaşayan biri değil. Değişik din ve kültürlerden arkadaşları var. Okul arkadaşlarıyla hala irtibatta. Kızımın gittiği Kindergarten’e gitmiş çocukları. Müslüman çocuk pek yokmuş o zamanlarda. Bugünkü kadar dikkate alınmıyormuş Müslüman ailelerin talepleri. “Ne yaptın peki?” dedim. “Kindergarten’de hassasiyetlerimi dilegetirdim. Evde ise çocuklarıma Allah‘ı anlattım. Küçücük yaşlarda başladım anlatmaya. Ve her konuda konuştum onlarla. Sürekli konuşun çocuklarınızla, herşeyi anlıyorlar.” Ne kadar önemli bir noktaya parmak bastı. “Çocuklarınızla sürekli konuşun!” „Ben de küçük yaşlarda başladım Allah’ı anlatmaya“ dedim. “Allahı anlatmak” deyince birçok kişinin aklına günahlar veya yasaklar geliyor. Sanki Allah’ı anlatmaya günahlardan başlamak gerekiyormuş gibi. Sanki kainatta herşey Allah’ı anlatmıyormuş gibi. Zaten yaşantımızla anlatıyoruz çocuklarımıza Allahı. Kurduğumuz cümlelerle anlatıyoruz. “Allah ne kadar güzel yaratmış seni. Şu parmaklarına bir bak. Ne kadar çok şey yapabiliyorsun parmaklarınla.” “Bak ne kadar güzel yağmur yağıyor. Ağaçlar susamış, Allah onlara ihtiyaçları olan suyu veriyor.” “Gökyüzü ne kadar güzel. Dağlar ne kadar güzel. Ağaçlar ne kadar güzel. Kuşların sesleri ne kadar güzel. Dünya ne kadar güzel.” Sadece konuşarak değil, gün içerisinde Kuranı Kerim dinleyerek, yanlarında ibadet ederek, okuyarak, dünyaya, topluma faydalı bir insan haline gelerek, kul hakkına hassasiyet göstererek anlatabiliriz Allah’ı. Soru sormasa da çocuk Allahla olan bağımıza şahit olacak. İzleyecek bizi dua ederken, namaz kılarken. Cemaatle kılınan Cuma namazını izleyecek. Kabe’yi tavaf eden insanları görecek videoda. Allahtan bahsettiğimiz konuşmalara şahit olacak. Çevremizdeki insanlara yardım ederken, örümceği öldürmeden evden çıkartırken görecek bizi. Henüz konuşmaya başlamasa da bir çok soruya bu şekilde cevap alacak. Sonra sormaya başlayacak. Çok zor değil aslında çocukların sorduğu soruları cevaplamak. Çeşitliliğe önem veren Kindergartenler bile anlatıyor artık bu konuları. Bizim Kindergarten “Helal ne demek?” diye bir konu işlemiş çocuklarla biz Kindergarten’e başlamadan önce. “İlk defa böyle birşey duyuyorum” dediğimde “Çocuklar helal beslenen çocukları görüyordu. Anlamaları için helalin ne demek olduğunu anlatmak istedik.” dedi. Çoğu zaman aileler çocuklarının anlamayacağını düşünerek anlayabilecekleri şeyleri bile anlatmıyor. Oysa çocuklar Kindergarten’de 2-3 yaşlarında tanışıyor dinle. Kiliseye ait olmayan Kindergartenler bile haftalarca Weihnachten‘e (noele) hazırlanıyor. Ostern (paskalya) geldiğinde yeniden bir coşku sarıyor Kindergarten’i. Çocuklar günlerce arayacakları tavşanı, alacakları hediyeleri konuşuyorlar. Her ne kadar ‘geleneksel’ dense de sembollerle (yıldız, yumurta) anlatılıyor din çocuklara. Pek çok hikaye dinliyorlar. Şarkılarla öğreniyor önemli isimleri. St. Martin, Nikolaus, Weihnachtsmann, Christkind ile tanışıyorlar. 3-4 yaşında onca isimle tanışan çocuk neden Peygamber Efendimizle ve sahabelerle de tanışmasın ki? Diğer dinleri de tanısın, kendi dinini de tanısın. St.Martin’ı de tanısın, Hz.Ali’yi de. Nikolaus’u da tanısın, Hz. Muhammedi de. Hz.İsa’yı önce Kindergarten’de dinlesin, sonra bizden dinlesin. Duyduğu herşeyi bir kez de bizden dinlesin. Kafası karışmaz mı? Neden karışsın? Sürekli konuşulan, sürekli soruları cevaplanan bir çocuğun kafası neden karışsın? O zaten farkında Hristiyan olmadığının. Diğer yandan, toplumda her zaman karşısına farklı dinlere mensup, farklı yaşantıları olan insanlar çıkacak. Herkes herşeyi farklı yorumlayacak. Müslüman çevresinde bile herkesle aynı fikirde olmayacak. Farklı inançlar, farklı yaşam tarzları, farklı bakışaçılarıyla erkenden tanışan çocuk kendini tanıyarak güçlenecek. Aileler birbirlerini destekleyebilir bu konularda. Eminim herkesin çevresinde bu konuları önemseyen aileler vardır. Fikir alışverişleri yapılabilir, karşılıklı tecrübeler dinlenebilir. Hatta birlikte sorgulanabilir pek çok konu. Allah’ı anlatanlar neden anlatıyor, anlatmayanlar neden anlatmıyor? Hiç kimse yoksa konuşacak, internet var. Sosyal medyada bu konularda paylaşımlar yapan, hatta özel soruları bile cevaplayan hesaplar, Youtube videoları var. Yorumlarda ortak konulara ilgi duyan insanlarla tanışma imkanı var. Sosyal medya yoksa Google var. ChatGPT var, Alexa var. Bazen çocukların sorduğu bilimsel soruları cevaplayamıyor “Git ChatGPT’ye sor” diyorum. Maşallah çok da güzel cevaplıyor ChatGPT 🙂 Herkesin aradığı herşeyi bulabileceği bir dünyada yaşıyoruz artık. “How can I…” “Çocuklarıma nasıl…” “Wie kann ich..” diye başlayan bütün soruları internet cevaplıyor. Bu konuyu ciddi manada önemseyen aileler internette bir grup kurup bu konularda fikir alışverişi yapabilecek aileleri bir araya getirebilir. Yüzyüze buluşabilecekleri ortamlar oluşturabilirler. “Bu konuları konuşacak insan bulamıyorum” veya “Google’de araştırma yapmaya vakit bulamıyorum” diyenler yorumlara merak ettiklerini yazarsa ben sizin için araştırma yapar, burda yayınladığım gibi yayınlarım linkleri. *** Çocuklara Allah’ı anlatmak veya anlatmamak herkesin kendi tercihi. Herkes kendi çocukluğundan, kendi Kindergarten döneminden yola çıkabilir bu kararı alırken. Diğer Müslümanların dini yaşantısı, hataları ölçü değil alacağınız kararda. Allah’ı tanımak ve tanıtmak isteyenler için ortada iki kaynak var sadece: Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz Facebook Twitter WhatsApp BLOGA DESTEK OLMAK İSTİYORUM Bunlar da ilginizi çekebilir:
Lütfen devam edin.. Çocukların geleceği için..
Lütfen devam edin. Çocukların geleceği için… Dün bir öğretmenle tanıştık. Konu göçmen kökenli ailelere gelince, bloguma da geldi. Şöyle bir konuşma geçti aramızda: “Ne yapıyorsun blogda?” “Müslüman bir ailenin hayatını internete taşıyorum.” “Çok okuyan var mı? Bloglar eskisi gibi okunmuyor.” “Çok okuyan yok ama zaten büyük bir kitleye ulaşsın diye yazmıyorum. Merak edenler Google’e yazdığında belki blogumla karşılaşır. İlgilerini çekerse tekrar gelirler. Instagramdayken öğretmenler, eğitmenler, okul müdürleri vardı listede.” “Nerden anlıyordun?” “Özelden mesaj gönderiyorlardı. Ama bence okullar hala Müslüman aileleri dikkate almıyor. Müslüman aileler deyince hemen problemler geliyor akla.” “Öyle ama.. Birçok çocuk Almanca bilmiyor ilkokulda.” “Ama dil sorunu olmayan Müslüman çocuklar da hayli fazla. Hep veli toplantılarına katılmayan göçmen kökenli aileler konuşuluyor.” “Gerçekten gelmiyorlar.” “Ama gelen de çok! Okulu ve öğretmenleri destekleyen çok sayıda göçmen kökenli aile var artık.” “Doğru! Genellememek gerekiyor.” “Gruplaştırmamak da. Benim yaşam tarzımla bir başka başörtülü annenin yaşam tarzı farklı.” Biraz daha muhabbet ettikten sonra ayrıldık. *** Bu konuları konuştuğum kişilerden biri de oğlumun 1.-2. sınıf öğretmeniydi. Önceki sınıfında bütün öğrenciler Müslümanmış. Aileler noelde figür kesmelerine bile izin vermiyormuş. “Yasaklayıcı bakış açısını doğru bulmuyorum. Siz orda istediğiniz figürü koyabilmelisiniz. Kardan adam da koyarsınız. Çocuk istediğini seçer. Figür kesmekle Hristiyan olmuyor çocuklar” deyince “Benim hiç bu kadar açıkgörüşlü bir velim (Müslüman bir velim demek istedi) olmadı” dedi. Sonra bizim sınıfa noel geldi. Kutlama yapıldı. Öğretmen çeşit çeşit figür koydu sınıfa. Kardan adam da vardı. Çocuklar istediklerini aldılar. Sonra Ramazan geldi. Hiçbir şey yapılmadı. Benim birlikte yaşama anlayışıma göre öğretmen aynı noelde yaptığı gibi bir etkinlik yapıp ortaya üç seçenek koyabilirdi: Ostern(Paskalya), Ramadan, Pessach. Kim hangisini istiyorsa onu seçebilirdi. Tabi öğretmen böyle bir aktivite de yapmak zorunda değildi ama yapabilirdi de. Kısa bir süre sonra çocuklar harıl harıl bize Ostergeschenk (Paskalya hediyesi) hazırlamaya başlayınca bu durum oğlumun dikkatini çekti: Anne ben anlamıyorum. Günlerdir size hediye hazırlıyoruz. Ama biz Ostern kutlamıyoruz ki. Neden size bayram hediyesi hazırlamıyoruz? ‘Hadi gel biz sınıfa hazırlayalım’ dedikten sonra ortaya yumurta ve ay kurabiyeleri çıktı. Yanına da bir not bıraktım. Fotoğrafların devamı burda. Öğretmen fikre bayılmış. Ramazan’ı ailelerden tepki almaktan korktuğu için konu etmemiş. Bir önceki sınıfında ailelerin yaptığı baskının aynısı bu aslında. Çocukların hayatında bir başka dine, bir başka yaşam tarzına yer vermiyor aileler. Yine bir geziye çıktık. Uzun uzun konuştuk bu konuyu. “Aileler kendi korkularından dolayı herşeye tepki verirse çocuklar birlikte yaşamayı nasıl öğrenecek? Ya birbirlerini yakından tanıyacak, kabul edecek ya da aileleri gibi bir süre sonra yollarını ayıracak, kendi içlerinde gruplaşacaklar.” dedim. “Bir de Ramazan’dan neden korkuyor ki aileler? Tanımadıkları için. Çünkü hala Ramazan deyince akıllara ‘susuzluk ve açlık’ geliyor. Oysa Ramazan insanların kendini sorguladığı, çevresini daha fazla dikkate aldığı, iyiliklerini arttırdığı bir dönem. Kime ne zararı olabilir ki?” dedim. “Biliyor musunuz, biraz da kendime güvenmediğim için anlatmadım. Belki de doğru anlatamam” dedi. “Ben size kaynak gönderirim” dedim ve o sene hazırladığım projeyi ve diğer kaynakları gönderdim. Projede Ramazan’da bir günü anlatan resimler ve bir hikaye var. Hikayede aile çocuklara Ramazan görevi veriyor. Çocuklar bütün gün kediyle ilgileniyor. Akşama birlikte iftar yapıp, iftar sonrası aile akşamında eğleniyorlar. Son sayfada ayın üzerinde yatan bir kedi var. Çocuklar onu boyayıp odalarına asabiliyor. (Bu proje Klett Kita Verlag’ın Kindergartenler için hazırladığı bir dergide yayınladı. Yayınevinden bu sene bir mail daha geldi. İçerik çok beğenilmiş. Burda yayınlandı.) “Ama anlatmak zorunda değilsiniz. Bu sizin kararınız. Anlatırsanız öğrencileriniz de aileler de değer gördüklerini hissedecek.” dedim. Bir süre sonra mailleştik öğretmenle. Dediğini yapmış. Konu konuyu açınca biraz sitem ettim: Biliyor musunuz bazen kendimi çok yorgun hissediyor, her girdiğim ortamda Müslümanların yaşam tarzına dikkat çekmek yerine geri çekilip Müslüman Community’nin içinde rahat rahat yaşamak istiyorum. Şöyle cevap vermiş: “Lütfen devam edin. Bakın bana farkındalık kazandırdı bakışaçınız.’” Öğretmenin bana yazdığını ben de size yazıyorum. Lütfen devam edin. Değişmesini istediğiniz ne varsa o yolda emek vermeye devam edin. Bakışaçınız farkındalık kazandıracak çevrenize. Yorulduğunuzda geri çekilin, bir süre dinlenin ama pes etmeyin. Bazı şeylerin değişmesi seneleri alacak olsa da, Bazı şeyler değişmeyecek olsa da, Dönüp arkanıza baktığınızda “en azından mücadele ettim” diyeceksiniz. Yaptıklarınız bilinmese de, görülmese de, hatırlanmasa da çocuklarınız unutmayacak verdiğiniz mücadeleyi. “Şuan bu durumda annem olsaydı ne yapardı? Babam olsa ne yapardı?” diye soracaklar kendilerine. Yaradana olan bağınız, kendinizle barışık haliniz, insan ve hayvan sevginiz, sokaktaki bitkiye tanıdığınız yaşam hakkı, farklı yaşam tarzlarına karşı gösterdiğiniz anlayış, önemsediğiniz bütün değerler her an eşlik edecek hayatlarına.
Ne çektik be abdest alıcaz diye!
Yıldızlarını seç!
Yıldızlarını seç! Yıldız ziyaretleri yapıyorum bu aralar. Yıldız muhabbetini bilmeyenler soruyor. “Yıldız ziyareti de neyin nesi?” Sosyal medyada özel bir listem var. „Canım Yıldızlarım” adını verdim bu listeye. „Birlikte geliştiğim insanlar“ listesi aslında. İnternette kendime kurduğum dünyada yer alan insanlar. Bu yazıda anlatmıştım o dünyayı: Offline dünyanda sen sen değilsen! Neden yıldız? Yıldız ne alaka? Aslında Instagram’da çıktı bu isim ortaya. Yıldızlı paylaşımları görenler „Yıldız“ oldu. Zamanla farkettim ki, hiç de yanlış bir ifade değilmiş. Yıldız listemle olan ilişkimi, Geceleri gökyüzüyle kurduğum ilişkiye benzetiyorum. Gün bittiğinde, Zihnimdeki değerlendirmeler, sorgulamalar başladığında, Yıldızlar belirmeye başlıyor gökyüzünde. O ana sadece onlar şahit oluyor. Bazen bir kaç yıldız, Bazen onlarcası. Bazen ise hiçbiri gözükmüyor. Zihnimi meşgul eden konuları sosyal medyaya taşıyorum. Aynı konulara kafa yoran insanlarla buluşuyorum. Bazı gecelerde kulluğumuzu sorguluyoruz. Bazı gecelerde insan ilişkilerimizi. Bazen sistemsel isyanlarımızı haykırıyoruz. Bazen ise halimize gülüyoruz. Yıldız listemi ordan oraya taşıyorum. Önce Instagram’a, sonra Whatsapp’e. Şimdi ise bloga taşınıyorum. (Sen de bir yıldız olmak istiyorsan buradan bloga üye olabilirsin) Yıldız listemin hayatıma sağladığı katkıyı her buluşmada anlatıyorum. Herkesi yıldız listesi kurmaya teşvik ediyorum. Çevremde pek çok kişinin yıldız listesi var zaten. Hepsi de çok memnun listelerinden. Kullanmayanlar ise nereden başlayacaklarını bilmiyor. Eğer sen de onlardan biriysen, burdan sonraki kısmı senin için yazıyorum. Öncelikle kendine şu soruyu sor: Sosyal medyayı nasıl kullanıyorum? Eğer sosyal medyayı pasif kullanıyorsan yıldız listesine ihtiyacın olmayabilir. Çünkü yıldız listesi oluşturabilmek veya bir yıldız listesine girebilmek için aktif bir kullanıcı olman gerekiyor. (Tabi bu biraz irtibatta olduğun kişiye de bağlı. Herkesin yıldız listesi kriteri farklı) Aktif bir kullanıcı olduğunu düşünüyorsan; ilgini çeken her konuda paylaşım yapabilirsin. Zamanla paylaşımlarına ilgi duyanlar kendini gösterecek. Bu isimleri yıldız listene al. 100 kişi de olabilir aldığın isimler, 10 kişi de. Zaten değişecek arada listen. Zamanla önemsediğin noktaları fark edecek, isimleri ona göre seçeceksin. Benim listeye aldığım isimlerde aradığım özellikler şunlar: 1) Sosyal medyayı çevresiyle iletişimde kalmak için kullananlar. 2) İnsan ilişkilerine önem verenler. 3) Yargılamak yerine anlamaya çalışanlar. 4) Birbirinin sınırlarına girmeyenler. 5) Bıktırmayanlar. 6) Kendine köle aramayanlar. 7) Başkasının yaşantısına müdahale etmeyenler. 8) Birbirini destekleyenler. 9) Çıkar ilişkisinden uzak kalanlar. 10) Ortak konulara ilgi duyanlar. 11) Enerji yemeyenler. 12) Aşırı duyarlı insanlar Peki yıldız listesine giremeyenlere ayıp olmuyor mu? Bilmem, oluyordur belki. Oluyorsa söyleyin :=) , Offline dünyamızdaki ilişkilerimiz de böyle değil mi? Herkesle her konuyu konuşuyor muyuz?Konuşmuyoruz! Herkes, her şeye, her ana şahit oluyor mu? Olmuyor! Bazen aynı ortamı paylaştığımız onlarca insanla bile aynı anlara şahit olamıyoruz. Yan masada yapılan espriye yan masada oturanlar gülüyor sadece. Yıldız listesi de böyle birşey işte. O an o masada kimler varsa onlarla sohbet ediyorsun. Sosyal medya artık hayatımızın merkezinde. Merkezinde kalmaya devam edecekse şunu kabul etmemiz gerekiyor: Herşeyi görmek, herşeyden haberdar olmak zorunda değilim! Herşeyi görmemek zihni koruyan bir metod aslında. Yıldız listesi oluşturmak bir başka metod. Sessize almak bir başka metod. Diğer metodları bir başka yazıda konuşalım. Sen önce bir yıldız listesi oluştur kendine. Gökyüzünde buluşup muhabbet edelim seninle… **** Blogda yaptığım çalışmalara destek olabilirsiniz: DESTEK OL!