“Bugün 5 Aralık, sizin doğumgünüz, doğumgününüz kutlu olsun” dedi dün doktor. 

Aldığım havale kağıtlarına bakıp

“Bunlar da doğumgünü hediyelerim” dedim. 

Sağlık sıkıntılarımdan dolayı altı senedir Fitness salonunda spor yapıyorum. Bütün bacak, diz, mide ağrılarım dindi ama baş ve boyun ağrılarım dinmedi. Son bir senedir şiddetli baş ağrısıyla ayrılıyorum Fitness salonundan. 

Antrenörler “Stresli bir hayatın varsa burda kendini daha fazla strese sokma” dedi.
“Peki ne yapacağım stresle mücadele etmek için?” 

“Esneme hareketleri yap daha çok. Yoga da yapabilirsin” dediler. 

“Yani esnemek için ayda 60 Euro mu ödeyeceğim buraya? Yoga da yok. Bu da benim için ayrı bir stres” dedim gülerek.

Tabi bir de senelik servis ücreti var.

Diğer kadınların hayat tecrübelerini dinliyorum spor salonunda. 

Onlar nasıl mücadele ediyor stresle? 

Çocuklu yaşıtlarım spor yapmak için bile enerjileri olmadığını söylüyor.

Ağrılarını dindirme ümidiyle Fitness´e geliyorlarmış. 

Tabi hepsi değil. 

Çocukluğundan beri spor yapanlar veya kırk yere yetişmek zorunda kalmayanlar zorlanmıyorlar.

Bazı kadınlar “Çocukları okuldan annemle babam alacak” derken, bazı kadınlar yanında bir çocuk getiriyor.

Anne bitkin bitkin spor yaparken, çocuğu telefonda oyun oynayarak onu bekliyor. 

 

50 yaş üstü kadınları dinliyorum. 

 

35-50 yaş arasını hiçbiri hatırlamak istemiyor. 

Hayatlarının en zor dönemini yaşamışlar bu yaşlarda.

 

 

Kimileri mental çok yorulmuş. 

“Baş ağrımın olmadığı bir gün yoktu diyor” birisi. 

“Benim de” diye cevap veriyorum. 

Ama 50 yaşından sonra durmuş ağrıları. 

“Çocukların okullarını bitirdiğinde, işe başladığında ve evlendiğinde baş ağrıları diniyor” diyor gülerek. 

 

 

Kimileri iş hayatında çok başarılı olmuş. Pozisyonlu işlerde çalışmışlar.

Ama kendi deyimleriyle annelik yapamamışlar.

 

 

Kimi çalışmamış, kimileri belli bir yaştan sonra işi bırakmış, sadece çocuklarıyla ilgilenmiş. Çekinerek söylüyorlar çalışmadıklarını. Çalışmadıkları için toplum tarafından değersiz muamele görmüşler. 

 

 

Kimileri ise hem çocuklarını büyütmüş, hem çalışmış, hem de hasta anne babalarına bakmış. Yoğun tempoya dayanamayınca ağır hastalanmışlar. Hatta bazıları düşüp kalça kemiğini kırınca “Tamam, bu bir işaret, durma vakti geldi” diyerek durdurmuş kendini. 

 

 

Yöneticilik yapmış bir kadın. 

Kendi kurduğu iş yerinde 100 personel çalıştırmış. 

Şuan 80 yaşında. 

 

“Hayatımın dönüm noktası 39-40 yaşlarımdı” dedi. 

Aynı anda bir çok problemle karşı karşıya kalmış. İş yeri kapanmış, bir yere işe girmiş. Yöneticilikten işçiliğe geçiş yapmak onu psikolojik etkilemiş. O sırada çocukları da küçükmüş. Çocuklar sık sık hastalanıyor, o sık sık evde kalmak zorunda kalıyormuş. Ev-iş arası deliye dönünce işi bırakmış. “Evde kalabileceğim bir iş yapmalıydım” dedi. Evinin alt katına bir butik açmış. Çok fazla satış yapamasa da kendini idare ediyormuş. “Düştüğüm senelerdi o seneler” diyerek yorumluyor 40 yaşını. Şimdi ise şükrediyor 80 yaşında ağrısız yataktan kalkabiliyor olmasına. Beni de teselli ediyor ara ara: “Bu ağrıların hepsi geçecek. Bunlar üzerindeki yükün verdiği ağrılar” 

 

 

Geçenlerde okul arkadaşımın 60 yaşındaki annesiyle karşılaştık doktorda:

“Aman kızım canınızın kıymetini bilin. Biz bilemedik, bakın ne duruma geldik. Çok çalıştık, hasta ettik kendimizi” dedi. 

 

“Çalışırken çocuklarınla kim ilgilendi?” dedim.

 

“Türkiye’den bakıcı getirdim. Bizim evde yaşadı” dedi. 

 

“Ne zaman patlak verdi ağrıların?” diye sordum. 

 

“50 yaşından sonra” 

 

“Biliyor musun N. Teyze, biz sizin 50 yaşınızı 40 yaşımızda yaşıyoruz.” dedim. 

 

 

Bir başka doktorda arkadaşımın 60 küsür yaşındaki kayınvalidesiyle karşılaştım. 

 

“Neyin var teyze?” 

 

“Ne yok ki? Kalbimden defalarca ameliyat oldum. Hayatımın son 20 senesi hastanelerde yatarak geçti.”

 

“Ondan önceki hayatın nasıldı?” 

 

“Çok çalıştık kızım. Ev işi, çocuklar, sorumsuz koca, iş derken çok yıprattık bedenimizi. Şimdi de doktor doktor geziyorum. Buraya da niye geldiğimi bilmiyorum. Kardiyolog gönderdi” 

 

“Peki bunları yaşamış biri olarak ne tavsiye edersin bizlere?” diye sordum. 

 

“Kendinize bakın kızım, bizim gibi olmayın”

 

Acaba ben de bir gün çevremdeki gençlere doktorun bekleme odasında “Kendinize bakın kızım, bizim gibi olmayın” diyen bir teyze olur muyum diye düşünüyorum. 

Neyse düşün düşün hasta oluyoruz sonra.

Partiye geçelim. 

Happy Birthday to me

Geçmişte en sevdiğim şey sevdiklerime süpriz doğumgünü partisi organize etmekti. 

Son senelerde enerjim böyle süprizlere yetmediğinden sürpriz partileri bir süreliğine rafa kaldırmıştım. 

Meğer farkında olmadan çocuklarımı bu süprizlere alıştırmışım. 

İki senedir onlar hazırlıyor partileri.

Beni odadan çıkarttılar. 

Biri odayı süslesi, diğeri Pizza hazırladı.

Herşey hazır olunca doğumgünüme kimleri çağırdığımı sordular.

” Kimseyi ” dediğimde kızım anlam veremedi. 

Nasıl olur da doğumgününü arkadaşların olmadan kutlarsın?, dercesine sorular sordu.

Dün akşam dedesi, anneannesi ve teyzesinin geleceğini öğrenince ”Keşke Derya teyze de gelseydi” dedi.

Bir kez daha aynı cümleyi tekrar edince Derya teyzesine mesaj gönderdim ”Atla gel çocuklar seni bekliyor” diye.

Atladı geldi.

Oğlum ”Derya Teyze senin en yakın arkadaşlarından değil mi anne? Bütün partilerde var.” dedi.

Partilerin en sevdiğim kısmı bu.

Hem sevdiklerimizle bir araya geliyoruz, hem de çocuklarımızı bu ortamlarla tanıştırıyoruz. 

 

Senelerdir istek listemde beklettiğim oyunu almışlar. 

Çok zevkli bu oyun. Çok da motive edici. 

Söz veriyorum yeni yaşım, 

bu sene içimdeki çocukla yeniden buluşacak,

yeniden Nintendo oynayacağım.

5 thoughts on “Kendinize bakın kızım, bizim gibi olmayın

  1. Doğum gününüz kutlu olsun. Yeni yaşınız, yeni seneniz, yapma ümidiyle ertelediğiniz şeyleri tamamladığınız bir sene olsun inşallah. Korkularınız, stresinizin kaynağı Rabbimin Şafi ismiyle şifalansın. 🤲🏻🌷💕

  2. Cok degerli bir yazi olmus. Nice yaslara. Saglik ve afiyetle.
    Dünyadan aslinda sadece geciyoruz.
    Kendimizi dinleme zamanini es gecmeyelim arkadaslar.
    Seviliyorsun Betül❤️

  3. Kendini tanıma yolunda attığın adımlar kendini dinleyerek mutlu huzurlu nice yıllara canim arkadaşım

  4. Ne güzel bir yazı olmuş,çok içten çok gerçek çok samimi❤️ nice mutlu yıllara canım hocam❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sen benim duamsın

Sen benim duamsın   Geçtiğimiz günlerde mağazada eski bir arkadaşımla karşılaştım. Çok şaşırdım. Çok sevindim. Ayaküstü konuşup numaralarımızı verdik birbirimize.      Bugün buluştuk.  „O nasıl bir karşılaşmaydı öyle? Saniyelik bir andı.“ dedi.  Aşağı inerken merdivenin kenarında görmüştüm onu.  O an beş metre ilerde olsaydı görmeyecektim.      Yirmi sene önce tanıştık.  Yirmi dakika mesafede oturuyor, ara ara görüşüyorduk.  İkimiz de yaşadığımız yerlerde kendimizi yalnız hissediyorduk.  Çevremizde rol modellerimiz yoktu.  İkimiz de okumak istiyor,  yaşıtlarımızın ilgilenmediği konularla ilgileniyorduk. Sadece okul konuları değil. Göçmen kökenli çocuklar ve gençler, onların kişisel gelişimi, okul hayatı, problemleri, ihtiyaçları da giriyordu ilgi alanımıza.      İkimiz de üniversite okumaya farklı şehirlere gittik.  Ve bir gün koptu ilişkimiz. En son 2011’de görüşmüşüz.     Seneler sonra o da benim gibi dönmüş büyüdüğü yere.  Üç çocuğu olmuş.  Annelik sürecini anlatırken sanki benim yaşadıklarımı anlatıyordu. Anne olduktan sonra hissettiklerimiz bile bekarlıktaki hislerimiz gibi aynıydı.  „Ben ev hanımı olacak insan değilmişim“ dedi gülerek.  Girdiği birçok ortamda tutunamamış.  Konuşulan konular ilgisini çekmemiş. Eskiden olduğu gibi yine sık sık yalnız hissetmiş kendini.   Ve bir gün yeniden üniversite okumaya karar vermiş.  Aslında İslam Bilimleri mezunu. Bu kez öğretmenlik okumaya karar vermiş. Üniversitedeki ortam ona çok iyi gelmiş.  Yeniden mezun olmak üzere.  Ben de bazen sırf bu ortam için üniversiteye geri dönmek istiyorum.      Bu sabah oturduk önce geçmişi, sonra toplumsal konuları konuştuk.  Ben ona yaptığım işleri anlattım, o bana kendi yaptığı işleri anlattı.  Dediki: ‘”Ben o günlerde senin bu konularla bir gün televizyona çıkacağına inanıyordum.” Ne kadar çok inanmışız birbirimize.   Belki de birbirimize olan inancımızdı o günlerdeki motivasyon kaynağımız.     Hala eskisi gibi capcanlı, cıvıl cıvıl.  Hala çok idealist.  Hala çok cesur. Öyle güzeldiki onunla muhabbet etmek.  Enerjiyle doldum. Hiç bitmesin istedim bu sohbet.  Sanki yirmi sene öncesine geri dönmüştük. “Sen benim duamsın”, dedim ona. “Seni kaybetmeyi hiç istemedim. Ama hayat şartları bir şekilde uzaklaştırdı bizi birbirimizden.”     Çevremdeki insanları çok seviyorum.  Bazılarını senelerdir yüzyüze göremiyor, sadece sosyal medyadan görüşüyorum. Ve her birinin “duam” olduğuna inanıyorum.  Hayatıma duayla giren, duayla kalan insanlar.      Eğer sen de yaşadığın yerde kendini yalnız hissediyor,  Seni anlayacak, Ortak konuları konuşacak insanların özlemini çekiyorsan,  dua et.  Çok dua et.  Belki seneler sürecek “Sen benim duamsın” diyeceğin insanla karşılaşman. Ama emin ol. Bir gün çıkıp gelecek. www.meryemundmaria.de Betül Özdemir  Post Views: 93

Weiterlesen »

Doğumgünü çocuğu Hussein

Doğumgünü çocuğu Hussein Hussein doğumgününü kutladı dün akşam. Her sene büyük bir kutlama yapıyormuş. Biz bu sene ilk kez katıldık.   Doğumgününü vesilesiyle senede bir gün bütün çevresiyle bir araya geliyor. İçten cümlelerle bir davetiye hazırlamış. Herkesi uyarmış davetiyesinde: “Lütfen hediye getirmeyin! Onun yerine Lübnandaki ihtiyaç sahipleri için ortaya birşeyler koyalım hep birlikte” Sordum eşine. 70 kişi gelmiş. Nasıl rengarenk bir ortam. Daha çok sarı bir ortam:) Davetliler arasında Alman-Türk, Alman-Arap, Alman-Rus da var. Herkes Almanca konuşuyor, herkes birbiriyle konuşuyor. Kendi içinde gruplaşan ve farklı bir dilde konuşan yok. Zaten çoğu birbirini tanıyor. Tanımayanlar ise ortak konularda konuşarak tanışıyor. Bizim masa kız tarafı 🙂 O yüzden damat Hussein’in çevresini tanımıyoruz.   Herkes Almanca konuşsa da farklı hissediyorum kendimi bu ortamda. Bir doğumgünü kutlamasındayız, Bierbank’da (bank) oturuyoruz, ama bira kokusu yok. Sarhoş olup saçmalayan, saçmalarken kadınları aşağılayan erkekler yok. Sigara dumanı yok. Belki de içen var ama dibimde içen yok. “Senin ne işi var burda?” der gibi bakan yok. Bir farklı sıcak. Sanki akrabalar birbirleriyle.   Hussein’in babası mangalın başında. Hava aşırı sıcak. Oturduğumuz yerde terliyoruz. Ama Hussein’in babası saatlerce kalıyor mangalın başında. Yanında yardımcılarıyla. Gelini “O ordan ayrılmaz zaten” diyor. Hussein ve annesi ne kadar sosyalse o o kadar içine dönük biriymiş. Ama nasıl tatlı bir baba. Hepimiz biliyoruz o yaşlardaki Müslüman teyze ve amcaların doğumgünü alışkanlıkları olmadığını. “Doğumgünü de neymiş” deyip geri çekilmek yerine, Oğlu için nasıl da uyum sağlamış ortama. Köftenin hamurunu Hussein kendi elleriyle hazırlamış. Eşi de işten sonra üç tepsi kek yapmış. “Maşallah hangi ara yaptınız bunları?” dedim. “Akşam 9’da” dedi. Hussein’in eşi iş seyahatleri yapan biri. Aşırı yoğun yani. Haftaiçi yine 3 gün iş seyahatindeymiş. “Çok yorgunum, nerden çıktı bu doğumgünü daveti” demek yerine son enerjisini eşi için mutfakta kullanmış. Yardım eden pek çok insan vardı. Annesi bir ara babasıyla misafirlere yeni banklar açıyordu. Annesini de hiç otururken görmedim. Misafirlerine ailece gösterdikleri ilgi alakaya hayran kaldım. Doğumgünü çocuğu Hussein de hiç oturmadı. Bir yandan babasına köfte taşıyor, bir yandan eksikleri gözlemliyor, bir yandan da gelen herkesi karşılıyordu.   Misafirlerle tanışmaya başladım. Suriye’den gelmiş bir kadın. Geleli 8 sene olmuş. Kendini rahatlıkla ifade edebilecek şekilde Almanca öğrenmiş. Çocukları biraz daha büyüdüğünde meslek eğitimi almak istiyormuş.   Gelen misafirlerin bir kısmı çok yaşlı, bir kısmı orta yaşlı, bir kısmı kendi yaşıtları. Tabi bir sürü de çocuk vardı. Onlara özel şişme oyun parkı (Hüpfburg) kurulmuş.   Bir teyzeyle tanıştırdı eşi bizi. “Hussein’in British anneannesi” dedi. Kadın ne güzel şeyler söyledi manevi torunu hakkında.   Bir karı koca geldi. Hussein’in eski öğretmenleriymiş.   Genç bir adam hava kararınca her yere lamba yerleştirdi. “Bu da en yakın arkadaşı” dedi eşi. Lübnanlı veya Müslüman değil. Onca farklılığa rağmen çok yakın arkadaş olmayı başarmışlar. Arkadaşının yaşam tarzını bilmiyorum. Hussein dindar bir Müslüman. Ama sınırları engel olmamış kurdukları dostluğa.   “Nereden tanıyor bu kadar insanı?” diye sorduk eşine. “Her yerden” dedi. Dünyanın farklı ülkelerinden, farklı şehirlerinden gelenler olmuş. Bir kısım dostluklar anne babasıyla başlamış. Hussein o dostlukların içinde büyümüş. Ailesi Almanya’ya 30 sene önce gelmiş. Geldiği gibi toplumun içine girmişler. Gönüllü işler yapmış annesi. Çok büyük bir çevresi var. Son 12 senedir ise bir yardım kuruluşunda resmi çalışıyor. Yeni gelen ailelerin ihtiyaçları, problemleriyle ilgileniyor. Görüntüsüne baktığınızda, başörtüsünü geniş örten, uzun uzun elbiseler giyinen bir kadın. Bu şekilde sevilmiş, bu şekilde kabul görmüş toplumda.   Oğlu Hussein de onun kadar sosyal yetişmiş. Kocaman bir çevre kurmuş kendine. Tanıştığı insanları bırakmamış. Aramaya, sormaya, görüşmeye devam etmiş. Eski iş arkadaşları arkadaşları olmuş. Girdiği yönetim kurullarında (Vorstand) dedelerle arkadaş olmuş. Her yere girmiş çıkmış. Eşi diyor ki “Yaşadığı yeri çok seviyor. Tatilde sıkılıyor buraları özlediği için. Haftasonları sabah erkenden kalkıp yaşlılarla yürüyüş yapıyor. Hafta içleri akşamları arkadaşlarıyla buluşuyor. Sürekli insanlarla irtibat halinde.”   Oturduğum masada “Hussein Youtuber olmalı, daha büyük bir kitleye ulaşmalı, gençler onu tanımalı” dedim. Eşi “Yapmaz” dedi. Hussein geldi masaya. “Sen Youtuber olsana” dedim. “Neeeeee”(olmaz) dedi. Ama “Ben yapamam öyle birşey” demedi:) Valla ümitliyim. “Valla ikna olursa yapar” dedim durdum içimden 🙂 Teknik bir ekip kursa kendine. Hayatlarından kesitler paylaşsa, çevresindeki insanlarla buluşup muhabbet etse ve o muhabbetler Youtube’da yayınlansa. Çevresinde kitap gibi insanlar var. 70-80 seneyi geride bırakanlar, toplum için yerinde duramayan iyi insanlar, çalışkan, üretken gençler.. Var da var.. Konuşacakları konular eminim gençlere yol gösterir. Her gencin aile içinde Hussein’in gördüğü desteği görme imkanı yok. Ama Youtube’da kendilerini geliştirme imkanları var.   Hussein dört ay önce başlamış doğumgününü organize etmeye. Her sene bu şekilde kutladığı için çok tecrübeli.  “Sen Eventmanager da olabilirsin” dedim. Adama neden yeni bir iş arıyorum bilmiyorum:) Zaten iyi bir işi var. Aslında ne kadar güzel bir tablo. Bir insanın sadece bir iş değil, bir kaç iş yapabileceğini gösteriyor.   Hayran kaldım Hussein ve ailesinin insan ilişkilerine. Biz dün Hussein’in doğumgününü kutlamadık sadece. Hussein’in ömrünü kutladık!   Onun yaşantısından kendime şu notları aldım: Göçmen çocuğu Hussein yaşadığı şehre kendini ait hissediyor. İnsanları dili, dini, ırkına göre seçmiyor. Herkese sıcak davranıyor, gülümsüyor, değer veriyor. Yerinde durup beklemiyor. Harekete geçiyor. Üretiyor. İnsanlarla tanışıyor. Tecrübelerini dinliyor. Toplumu gözlemliyor. Olumsuz olayları, olumsuz insanları kafasına takmıyor. Doğumgünlerinde bile  toplumun farklı kesimlerini bir araya getiriyor, ihtiyaç sahipleri için bağış topluyor. Kendi değerleriyle kurduğu dünyasında kendi kalmaya, insan sevmeye, insanlarla tanışmaya ve insana değer vermeye devam ediyor. Allah razı olsun! Allah daim etsin!   *** Toplumda karşılaştığım insanları yazıyorum.   Size anlatmak istediğim yaklaşık 100 hikaye var.  Bir de bir bölüm hazırlıyorum sizin için.  Siz yazacaksınız ben paylaşacağım.  Sizi buluşturabilmek için desteklerinize ihtiyacım var. Burdan üye olabilir: Üye ol! Burdan blogda yaptığım çalışmalara destek olabilirsiniz: Destek Ol!  Post Views: 638

Weiterlesen »

Kendimi yalnız hissediyorum!

Kendimi yalnız hissediyorum Almanya’nın farklı şehirlerinden, hatta dünyanın farklı ülkelerinden insanlarla görüşüyorum senelerdir. Hemen hemen hergün. Hemen hemen herkes aynı şeyi söylüyor: Kendimi yalnız hissediyorum! İzole bir yaşam sürdükleri için değil, İlgilerini çekmeyen ortamların, muhabbetlerin bir parçası olmak zorunda kaldıkları için yalnız hissettiklerini söylüyorlar. Hepsi sosyal insanlar. Hayatları insanların içinde geçmiş. Hala da öyle. Çevreleri kalabalık. Telefon rehberlerinde yüzlerce insanın telefon numarası var. Sosyal medya hesapları hakeza. 300-500 kişi var listelerinde. Ama iç dünyalarında yalnızlar. ‘Sadece bir kişi istiyorum. Bir kişi olsun hayatımda beni anlayan’ diyor bir arkadaş. ‘Gereksiz konulara vakit ayırmak istemediğim için uzaklaştım kalabalık gruplardan’ diyor bir başka arkadaş. ‘Keşke kimseye faydası olmayan muhabbetlerle vakit öldüreceğimize birbirimizi geliştirecek konular konuşsak’ diyen var. ‘Kötü gün dostu istemiyorum, iyi gün dostu istiyorum’ diyen de. Şöyle sözler duyuyorum diğerlerinden: ‘Girip çıktığım her ortamda para konuşuluyor. Boğuluyorum.’ ‘Tek konuşulan konu Türkiye ve siyaset.’ ‘Yemek tarifi konuşmak istemiyorum.’ ‘Okuduğum kitapları konuşabileceğim bir çevrem yok’ ‘Sadece Almanların olduğu ortamlarda hissettiğim yabancılığı sadece göçmenlerin olduğu ortamlarda da hissediyorum’   Herkes bir şekilde kabullenmiş yalnızlığını. Herkes bir şekilde kendine bir çözüm yolu bulmuş. Kimileri çevresindeki insanlarla anı yaşıyor, İç dünyasında yalnız kalmaya devam ediyor. Kimileri ise tamamen kopmuş insanların olduğu ortamlardan. ‘Bana hiçbir getirisi yok bu ilişkinin.’ diyor Evde dizi izliyor, film izliyor, kitap okuyor. Mutfakta yeni yeni tarifler deniyor. Spor yapanlar var. Göl, nehir kenarlarında yalnız yürüyenler var. Bahçesindeki meyve sebzeyle dertleşenler var. Sosyal medya fenomenlerini kendine arkadaş edinenler bile var. Halinden memnun olan da var, olmayan da. Halinden memnun olmayanlar hala bir arayış içinde. Yeni yeni insanlarla tanışıyorlar. Bazı yeni tanışmalar derin dostluklara, Bazıları ise hayalkırıklıklarına dönüyor.   Herkes gibi ben de zaman zaman kendimi yalnız hissediyorum. Bazen bir ortamda konuşulan konu ilgimi çekmediğinde yerdeki karıncaları, gökyüzündeki bulutları izliyorum. Bazen kulaklık takıyorum. Zaten muhabbetin muhattabı ben değilim. Sadece o an o ortamda olmam gerektiği için ordayım.   İç dünyamı anlatamadığım, karşımdaki insanla derin bir muhabbet kuramadığım buluşmalar arttığında içimdeki yalnızlık büyüyor. Pek çok metod denedim ilişkilerimde. Şöyle bir çözüm buldum kendime birkaç sene önce: Anlaşıldığımı hissettiğim, ortak konulara ilgi duyan kişileri sosyal medyada bir listede topladım. Şuan Whatsapp’de. Geçen sene Instagram’daydı. Seneye nerde buluşuruz bilmiyorum 🙂 Listedeki isimler ara ara değişiyor. Ortalama 30 kişi var. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşıyorlar. Annem de var, yengem de. Arkadaşım da var, arkadaşımın çocuğu da. Instagram’da herkese açık kullandığım hesabımda tanıştığım insanlar da, çocukluk arkadaşlarım da. 60 yaş üstü de var, 18 yaş altı da. Ev hanımı da var, kariyer yapan da, akademik çalışmalar yapan da. Bebekli depresif anneler de var :=) Kimseyi etiketlerine göre seçmedim. Tek bir amacım vardı: Çevremle irtibatta kalmak ve muhabbet etmek. Muhabbete dahil olmak isteyen herkese açtım paylaşımları. Sesi soluğu çıkmayan herkese kapattım.   Ne paylaştım? Ne paylaşıyorum? Gündelik hayatımda karşıma çıkan olayları. Bazen bahçedeki salatalıkla yaptığım muhabbeti paylaşıyorum. Bazen toplumda gördüğüm yanlışları. Bazen hayalini kurduğum toplumu. Bazen özel paylaşımları. Bazen gelen mesajlardan ekran kaydı alıyorum. Öyle güzel mesajlar geliyor ki. Ortanca paylaşmıştım bir gün. Onu alabilmek için 2 ay Cafe’de kahve içmediğimi söyleyince şöyle bir yorum gelmişti:   Sosyal medyada kendime kurduğum küçük dünya içimdeki yalnızlığı dindirdi. Kimse bana ‘Nasılsın?’ diye mesaj yazmıyor artık. Podcast gönderiyor. Kitap kapağı gönderiyor. Yazı gönderiyor. Youtube videosu gönderiyor. Ve altına şöyle yazıyor: Bunu bir dinle/oku/izle sonra üzerine konuşalım. Bazen 10-15 dakikalık sesli mesajlar geliyor. Mesaj şöyle başlıyor:‘Yine bir şey yaptım. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Senin fikrini merak ediyorum.’ Herkes birbirinin düşüncelerinden istifade ediyor. Bir odada toplanıp ilgimizi çekmeyen konularda muhabbet etmek yerine, internette konuların etrafında toplanıyoruz. Pek çok pozitif etkisini gördüm bu metodun. En önemlisi; Hayatımda olan insanları okumak (burdaki yazıda anlattığım gibi) ufkumu geliştirdi. Belki seneler öncesinde kalsaydı bu ilişkiler, Birbirimizi bu kadar anlamayacak, Birbirimizin tecrübelerinden faydalanamayacaktık.   Bazen bulunduğumuz ortamlar fırsat vermiyor ilişkilerimizi derinleştirmeye. Bazen grup ilişkileri izin vermiyor. Bazen öne çıkan kimlikler izin vermiyor. Bazen etiketler izin vermiyor. Bazen takıntılar izin vermiyor. Sosyal medyada ise kontrol kendi elimizde. Ortama uyum sağlamak zorunda değiliz. Muhabbeti yönetmek kendi elimizde. İlgi duymadığımız konulardan uzaklaşmak kendi elimizde.   Kendinizi gerçekten yaşadığınız yerlerde yalnız hissediyorsanız kendinize sosyal medyada küçük bir dünya kurabilir, insanları iç dünyanıza misafir edebilirsiniz. Önce herkese açık paylaşabilirsiniz ilginizi çeken konuları. Gelen yorumlar rahatsız ediyorsa küçültün listeyi. (Beni yorumlardan çok sessiz izlenmek rahatsız ediyor.) Emin olun en az 5 kişi bulacaksınız ortak konular konuşabileceğiniz. Onların da yalnızlığına merhem olacak bu paylaşımlar.   ‘Ne paylaşayım ki?’ diyorsanız eğer, Zihninizde anlam bulan herşeyi. ‘Keşke şuan biri olsa da şu konuyu konuşsak’ dediğiniz herşey. Zamanla muhataplarınızı daha iyi tanıyacaksınız. Ortak konularınız olacak.   Sevdikleriniz uzakta olabilir. Senelerdir görüşmüyor olabilirsiniz. Ama yalnız değilsiniz. Sizi seven, sizi anlayan, sizinle aynı dili konuşan insanlar var. Yapmanız gereken tek şey onlara ulaşmak.   Post Views: 1.653

Weiterlesen »
+ posts